KENZ’UL MUSLİM (MÜSLÜMANIN HAZİNESİ) ALLAH’A DAVETİN FAZİLETİ (⮫)


 KENZ’UL MUSLİM (MÜSLÜMANIN HAZİNESİ) ALLAH’A DAVETİN FAZİLETİ

 Kitap Hakkında

Sevgili kardeşim;

Okuyacağın bu kitapçıkta Allah’a davetin gerekliliği ve fazileti hakkında ayet, hadis ve teşvik edici sözler bulacaksın. Allah’a daveti ya çoğu zaman kendimizi buna ehil görmediğimiz için hiç yapmıyoruz ya da sadece Müslümanlar arasında birbirimize yönelik hayra teşvik, haramlardan sakındırma, uyarı ve hatırlatma boyutu ile yetiniyoruz. Davet denildiğinde çoğumuzun aklına davetin sadece bu kısmı gelmektedir. Hâlbuki davet, aslında bunu da içine alan ama daha geniş bir anlama sahip eşsiz bir ibadettir.

Müslümanlar olarak davetin içe dönük boyutu olan birbirimizi uyarmamız, gaflette olanları uyandırmaya çalışmamız elbette her zaman her yerde yerine getirmemiz gereken bir vazifedir. Ancak Allah’a davetin bir de dışa dönük boyutu var ki; işte bunu neredeyse tamamen ihmal etmiş durumdayız. Üzerinde yaşadığımız yerküreyi çeşitli inançlara sahip 8 milyara yakın insanla paylaşmaktayız. Dünya nüfusunun neredeyse %80’i ya İslam’ı henüz tanıtamadığımız ya da İslam’ın yanlış tanıtıldığı gayrimüslimlerden oluşmaktadır. Biz Müslümanların İslam’ı temsil etmedeki kusurlarımız da ayrıca ele alınması gereken başka bir konu, bu konuya burada değinmeyeceğim.

Genelde dünya Müslümanları, özelde ise Türkiyeli Müslümanlar olarak evrensel ve kıyamete kadar geçerli olacak güzel dinimizi (aslında Allah’ın dini) ona layık güzellikte temsil edemediğimiz ortada. Allah’ın insanlığa son mesajı olan bu mükemmel dini, sahip olduğumuz tüm imkân ve kabiliyetleri kullanarak gereği gibi tanıtmak, anlatmak, davet ve tebliğde bulunmak vazifesini de ihmal edersek her gün inançsız ya da batıl inançlar üzere ölen yüz bini aşkın insanın vebali bize sorulmaz mı?

Biz daveti sadece kendi aramızda yaparsak, dünyanın dört bir tarafındaki bu kadar insana İslam’ı kim ulaştıracak? Kur’an-ı Kerim’den sonra onlar için başka bir kitap indirilmesini mi bekleyeceğiz? Hayır, bu olmayacak. Hz Muhammed’den sonra onlara başka bir peygamber mi gönderilecek? Hayır, bu da asla olmayacak. Peki; Kur’an son kitap, Hz Muhammed son peygamber ise, İslam da Allah’ın kemâle erdirip razı olduğu son ve evrensel din ise biz bu kitabı tüm insanlığa ulaştırmakla mükellef değil miyiz? Peygamber efendimiz ve ona iman eden sahabeleri bu dinin gayrimüslimlere tebliği ve tüm insanlığın bu dine daveti için canla başla çalışmamış olsalardı İslam yeryüzüne bu şekilde yayılır mıydı?

Âlemlerin Rabbi olan Allah (cc) Kur'an-ı Kerim'deki onlarca âyete "Ey insanlar!", "De ki: Ey insanlar!", "Ey Ehli kitap!", "De ki: Ey Ehli kitap" hitaplarıyla başlar. Bu hitaplar da gösteriyor ki; 'kitap da hitap da sadece biz Müslümanlara değil, tüm insanlığadır.'

“Ben kusursuz değilim ki, başkasını nasıl davet edeyim?”

“İslam hakkında yeterince ilmim yok, bu yüzden kimseyi davet edemem.”

“İnsanların hidayeti kabul etmeleri öyle kolay değil, bu yüzden bu işe girişmeye cesaret edemiyorum."

"Nasıl bir tepki ile karşılaşacağımı bilmemek beni ürkütüyor."

...

Davetle aranızdaki tüm gerçek veya vehmî engellerle nasıl baş edeceğinize dair birçok sorunun cevabını bu kitapçıkta bulacaksınız. Allah’a davetin ‘dünyalara bedel bir ibadet’ olduğunu bizlere veciz bir şekilde hatırlatan ve her birimizi davet erleri olarak üzerimize düşeni yapmaya çağıran bu kitapçığın gerçek bir hazine olduğunu siz de göreceksiniz.

Kubilay Aşkın DURDAĞ

Sen, Allah’a Çağıran Bir Davetçi Olmaya Adaysın!

Seni davetçi olma noktasında harekete geçiren şeyin, kalbinde taşıdığın “hayır ve iyiliğin her yere yayılması gerektiği" kaygısı olduğunu biliyorum. Ve sen bu kitapçığı okumaya başladığına göre bu konuda büyük bir adım attın demektir, artık davetçi olmaya aday bir Müslümansın! Eğer Allah Teâlâ senin kalbinde, rızasına karşı bir muhabbet bulursa ve sende Allah için çalışma isteğine dair güçlü bir irade görürse; belki binler, belki de milyonlar senin elinle Müslüman olabilirler. Evet, sende Allah için çalışma azmi görürse! Kendine, grubuna, cemaatine, şeyhine veya ticaretine değil de, sadece Allah’a davet etmenin ne büyük bir şeref olduğunu bir düşünsene! Üstelik böylece Allah Teâlâ ile asla kaybetmeyeceğin ve hep kazanacağın büyük bir ticarete de girmiş olacaksın!

ا

{ “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.”[1] }

Bu önemli ayet-i kerime üzerine iyice bir düşün!..

ÖNSÖZ

             Allah Teâlâ’nın adıyla başlarım. Hamd, O’na mahsustur. Salat ve Selam Rasulü’nün üzerine olsun.

Günümüzün en önemli ve öncelikli gereklerinden biri, -Müslümanları dinî kurallara uymaya, Müslüman olmayanları da İslam’a davet eden- gönüllü davetçilerin sayısının çoğalması gerektiğidir. Biz bu topluluğa her daim yardımcı olabiliriz, karşılarına çıkacak kilitli kapıları nasıl açacaklarını öğretebilir ve o kapıların anahtarlarını dahi verebiliriz. Davetle ilgili birçok yöntem sunabiliriz…

Gençlerin hayırlı işlere ve tövbeye yönelmesinde, -Allah Teâlâ’ya hamd olsun ki- bir artış görülmektedir. Dine yardım etmeye bir rağbet olduğu gibi bu uğurda birçok fedakarlık sunmaya hazır Müslümanlar da bulunuyor. Ancak, yeryüzünü kaplayan bütün bu hayırlı gelişmelerin yanı sıra, insanların çoğunun hakiki bir davetin getireceği faziletlerden haberi yok ve bu yüzden de kendilerini bu yüksek makamdan ve üstün şereften mahrum bırakıyorlar. Ayrıca şunu da üzülerek belirtmek gerekir ki, salih diye bildiğimiz kimseler de dinin yayılması noktasındaki sorumluluklarından kaçarak, sadece kendileri ve nefisleriyle ilgilenmektedirler. Bu yüzden bu kitapçığın hedeflerinden biri de, bahsettiğimiz bu “salih” kulların, -Allah Teâlâ’nın izniyle- “davet ve ıslah etme” sorumluluklarını tekrar yerine getirmelerini sağlamaktır. Zaman, daha fazla vakit kaybetmeden durup kendimizi hesaba çekme zamanıdır!

Allah’a davetin, insanlara hayrı öğretip açıklamanın ve ıslah etmeye çalışmanın faziletlerini hatırlatarak, bu uğurda körelmiş gayretleri tekrar bilemek istedim. Umulur ki onların eliyle biz de uyuyan birini uyandırmış oluruz ya da belki kendimizi de buna teşvik etmiş oluruz veya davetin hakikatini hatırlatarak daha fazla kalp kazanmış oluruz ve böylece davet için çalışanların gayret ve istekleri de artmış olur. “Mevla”mızdan dileğimiz, bizleri de bu dinin kaygısını taşıyanlardan ve sahih yöntem üzere nice ufuklara yayılması adına koşuşturanlardan kılmasıdır.

Aynı zamanda sizi de, bu fikri taşıma noktasında heveslendireceğimi umuyorum.[2] Zira gençlerin omuzlarında bulunan sorumluluklarını tekrar yüklenebilmeleri için gerekli olan refakat, teşvik ve eğitim planını hepimiz yapıyoruz; bu sebeple iyilik ve takva hususunda birbirimize yardımcı olmamız, ıslah noktasında da dayanışma içinde olmamız gerekmektedir.

Salat ve Selam Peygamberimiz ve önderimiz Muhammed’in üzerine olsun.

Jotiar Bamarni

Allah Teâlâ onu ve ana-babasını bağışlasın.

Bu Ümmetin Şerefi!

Kendisine davet etme görevi vermesi ile bu ümmeti şereflendiren Allah Teâlâ’ya hamd olsun. Bu görev ile onu, diğer milletlerden değerli kıldı. Ümmeti Muhammed’in (Sallallahu aleyhi ve sellem ) tümünü kapsayan bir vazifedir bu; kadın, erkek, zengin, fakir farketmez, ümmetin tüm fertleri üzerine vacip olan bir görevdir. Çünkü Müslüman olmayanları İslam’a davet etmek birçok büyük problemin çözümünü de beraberinde getirir. İnsanlarda var olan inkar ve şirk sorununun çözümü, diğer sorunların da çözümünü kolaylaştıracak ve insanlar arasında tekrar huzur ve barış ortamının hakim olmasını sağlayacaktır.

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz.”[3]

Eğer Allah Teâlâ katında davetin ve davetçinin faziletini, O’nun (Subhanehu ve Teâlâ) davetçilere has kıldığı yüce makamı ve yine onlar için ne büyük mükafatlar, ödüller, ikramlar ve üstün makamlar hazırladığını bilmiş olsaydınız, dünya ve içindekilerle meşgul olmayı terkeder, yarından tezi yok kendinizi bu vazifeye adar ve Allah’a davet etmeden aldığınız her bir nefesten ötürü pişmanlık duyardınız.

Allah Teâlâ’nın bir emrini yerine getirme dışında alıp verdiğin her nefes ve akıttığın her bir ter damlası, hesap günü senin için büyük bir kayıp ve pişmanlık sebebi olacaktır. Çünkü dünyada yaşadığın bu günler sayılıdır, azdır, değersizdir; cennet veya cehennemde geçecek olan milyonlarca senenin yanında hiçbir değerleri yoktur; daha önce hiç kimsenin hatırına bile gelmeyen, hiçbir kulağın duymadığı, hiçbir gözün görmediği cennet nimetlerinin yanında, dünya nimetlerinin hiçbir kıymeti yoktur.

 Dünyaya Oranla Davetçilerin Sayısı

Sayıları 8 milyarı aşmış bulunan insanlara, kaç adet davetçi gerekmektedir?[4]

Birleşmiş milletlerin raporuna göre dünyadaki insan sayısının 2030 yılı itibariyle 7 milyardan, 8,5 milyara yükseleceği beklenmektedir. Yani önümüzdeki 10 yıl boyunca dünya nüfusu en az 1 milyar artmış olacak ve toplam nüfus 2050 yılında 10 milyara ulaşacaktır.[5]  

Dünya nüfusuna oranla yaklaşık her 400 kişiye bir doktorun düşmesi gerektiği[6] göz önüne alınırsa ve bu oranı davetçi ihtiyacına uyarlayacak olursak, 2030 yılında en az 20 milyon davetçiye ihtiyacımız var demektir. Doktor ihtiyacı davetçi ihtiyacından öncelikli olmadığı gibi; dünya hayatında bedenlerin sağlıklı olması da, dünya ve ahirette, beden ve ruhların, sağlık ve selamet içinde olmasından önemli ve öncelikli değildir.

Şimdi, bu kitapçığı okumaya başlamadan önce, Allah’a davetin faziletleri hakkında bildiklerini bir kenara yazmanı istiyorum.

Zira bu çalışmanın hedefi: Allah’a davetin fazileti hakkında unuttuklarımızı hatırlatmak ve eksiklerimizi gidermektir. Bununla birlikte bu fikri bizim dışımızdakilere, karşılıklı konuşmalar veya konferans ve derslerle nasıl ulaştıracağımızı belirlemektir.

 1- Davetçinin Allah Katındaki Fazileti

Hayır ve iyiliklerin yayılmasına çalışıp, Nebi ve Rasullerin misyonunu üstlendiklerinden ötürü bu ümmetin en hayırlıları, davetçilerdir. Onların sözlerinden daha güzel bir söz yoktur. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Allah’a davet eden, salih amel işleyen ve “Kuşkusuz ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kimdir?”[7]

“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz...”[8]

             “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”[9]

“Müminlerin erkekleri de kadınları da birbirlerinin velîleridir; iyiliği teşvik eder, kötülükten alıkoyarlar, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve resulüne itaat ederler. İşte onları Allah merhametiyle kuşatacaktır. Kuşkusuz Allah mutlak güç ve hikmet sahibidir.”[10]

Onlar öyle kârlı bir ticarete girmişlerdir ki, ecirleri ve sevapları hiç kesilmeden sürekli devam etmektedir. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem ) şöyle buyurmaktadır:

“Kim hidayete davet ederse, bu davete icabet edenlerin ecirleri kadar ecir alır. Üstelik onların ecrinden de hiçbir şey eksilmez.”[11]

Vallahi bu nimeti kaçırmamamız gerekmektedir. Allah Teâlâ zaten dinine yardım eder, bize hiçbir ihtiyacı yoktur; fakat bizim buna çok ihtiyacımız vardır. Temîm ed-Dârî (Radıyallahu Anh)’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem ) şöyle buyurmuştur:

“Muhakkak ki, bu iş (bu din) gece ve gündüzün ulaştığı yerlere ulaşacaktır. Allah ne kerpiç bir ev ne de keçe bir çadır bırakmayacak ki, bu din oraya girmemiş olsun.”[12]

Allah Teâlâ’ya davet etmekten kasıt: Hayra, iyiliğe ve O’nun dininde istikamet üzere olmaya davet etmektir. O Allah ki, yaratan, rızık veren, işleri yönlendiren ve her şeye Mâlik olandır; bu sebeple de ibadeti hak eden sadece O’dur (Subhanehu ve Teâlâ).

Allah Teâlâ’ya davet etmekten kasıt: Müslüman olmayanları İslam’a çağırmak; günahkar, gafil ve Allah’tan gayrısına gönlü kayan Müslümanları ise, itaate yönlendirip, Allah Teâlâ’nın vaadini ve tehdidini, cennetini ve cehennemini tekrar hatırlatmaktır. Ayrıca İslam’ın güzelliklerini ve değerlerini tekrar yeryüzüne yaymaktır.

Bu vazife, amellerin en yücesi ve en şereflisidir. Zira o, Müslüman için, birçok getirilere ve övgüye layık faziletlere sahip bir ameldir. Allah’a davet ediyor olmanın fazileti, kitaplarda, konferanslarda ve derslerde ondan bahsetmenin faziletinden çok daha büyüktür ve sevabı da elbet daha çoktur ancak biz, hatırlatma babından bazı hususlara değineceğiz.

Böylece, davetin faziletinden bahseden ayet ve hadislerin üzerinde, sanki ilk defa duyuyormuşçasına düşünmeye ve fikir yürütmeye davet etmek istiyoruz.

2- Davet, Nebi ve Rasullerin Misyonudur[13]

Nebi ve Rasullerin (Aleyhimu’s-Selam) müşerref olduğu Allah’a davet misyonu, en büyük makamlardan biridir. Allah Teâlâ bu ümmeti diğer milletlerin arasından seçerek, kendilerini Peygamberlerin tacı olmak ile ödüllendirmiştir; yani Allah’a davet ile.

Allah’a davet eden bir davetçi, İbrahim, Nuh, Musa, İsa ve Muhammed (Aleyhimu’s-Selam)’ın izindedir ve risaletin tebliği noktasında bu güzide Peygamberlerin halifesidir: “Kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayan Allah’a ibadet edin!” risaleti. Davet, Onların menheci üzere yürümektir. Bu, öyle yüksek bir mertebedir ki ona ulaşmak için oldukça kıymetli ve pahalı bir bedel ödenmesini hak eder. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“De ki: “İşte bu benim yolumdur. Ben ve bana uyanlar bir basiret üzere Allah’a davet ederiz.”[14]

Ashab-ı kiramdan Kelbî (Radıyallahu Anh) şöyle demektedir: “Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem )’e tabi olan herkesin, O’nun davet ettiği şeye de davet etmesi gerekmektedir.”[15]

Bu en faziletli vazife ise, peki sen bu göreve talip misin? Bu en büyük vazifeyi üstlenecek misin?

Karar senin kararın! Ancak, “evet” dersen, Allah’ın izniyle gerçekten kazandın demektir. Sana düşen artık bu yol üzere sabretmektir. Bir kulun ulaşabileceği en şerefli, en yüce ve en değerli makam olan, Allah Teâlâ katında büyük ve önemli insanlardan sayılmayı hak etmiş oldun. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi bu, Nebi ve Rasullerin misyonudur:

“Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberlere, “Şüphesiz, benden başka hiçbir ilâh yoktur. Öyleyse bana ibadet edin” diye vahyetmişizdir.”[16]

Şeyh Sa’dî (Rahimehullah), bu ayetin tefsirinde şöyle der: “Senden önceki Peygamberlerin hepsinin getirdikleri mesajların özü ve aslı: İbadeti sadece, hiçbir ortağı olmayan Allah’a has kılmak ile bu ibadeti hak eden gerçek mabudun Allah Teâlâ olduğunun ve O’nun dışında ibadet edilen her şeyin batıl olduğunun beyan edilmesidir.”[17]

Şüphesiz bu misyonu üstlenmekte, bu güzide Peygamberlerin izinden gitme şerefi vardır. Yaratılmışları, Yaradan’a ibadet etmeye davet etmek ve Rableriyle bağlantılarını kuvvetlendirmek, amellerin en değerlisi ve en güzelidir. Peygamberlerin görevi de bundan farklı bir şey miydi?

Ey fazilet sahibi kardeşim! Peygamberlerin mirasından senin payına düşen nedir? Dinin için ne hazırladın?

Ne mutlu o kişiye ki, Rabbinin rızası ve muradı doğrultusunda hayatını şekillendirmiştir!

 3- Davet, Sözlerin ve Amellerin En Güzelidir

Allah’a davet, amellerin en üstünü ve sözlerin en güzelidir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Allah’a davet eden, salih amel işleyen ve “Kuşkusuz ben Müslümanlardanım” diyenden daha güzel sözlü kimdir?”[18]

Şeyh Sa’dî (Rahimehullah) bu ayetin tefsirinde şöyle der: “Bu ifadenin soru şeklinde gelmiş olması, böyle bir şeyin olamayacağına dair kuvvetli bir vurgudur. Yani: Söz, yol ve davranış olarak, Allah’a davet etmekten, bilmeyenlere öğretmekten, gafillere ve yüz çevirenlere nasihat etmekten ve bu dini iptal etmek isteyenlere karşı mücadele etmekten daha güzel bir söz yoktur. Bu da, bütün çeşitleriyle Allah Teâlâ’ya ibadeti emretmeyi, ona teşvik etmeyi, mümkün olduğu ölçüde onu güzelleştirmeye gayret etmeyi, Allah Teâlâ’nın yasaklarından insanları uzak tutmayı, terk etmenin vacip olduğu şeylerde tüm vesileleri kullanarak onu çirkin göstermeyi; özellikle de İslam dininin aslına davet etmeyi, onu güzelleştirmeyi, bu dinin düşmanlarıyla en güzel şekilde mücadele etmeyi ve iyiliği emredip, kötülük, küfür ve şirkten men etmeyi kapsar.”[19]

Hasan Basri (Rahmetullahi Aleyh), bu ayette vasfedilen Müslüman hakkında şöyle der: “Bu, Allah Teâlâ’nın sevgili kuludur, dostudur, seçkin ve yaratılmışlar içinde en sevdiği kuludur. Allah Teâlâ’nın davetine kendisi bizzat icabet ettiği gibi, insanları da bu davete icabet etmeye çağırmıştır ve böylece salih bir amel işlemiştir. “Kuşkusuz ben Müslümanlardanım.” diyerek Allah Teâlâ’nın yeryüzünde yarattığı halife olduğunu ortaya koymuştur.”[20]

Güzel söz, bir hikmete ihtiyaç duyar. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Rabbinin yoluna, hikmetle ve güzel öğütle davet et ve onlarla en güzel şekilde mücadele et.”[21]

 4- Büyük Ecir Ve Bol Sevap

Davetin faziletlerinden biri de, büyük bir ecir kapısı olmasıdır. Çünkü davetçi insanların hidayetine vesile olur, onlara gerçek Rab ve Mabudlarını gösterir, onları ceza ve azaba sebep olacak söz ve amellerden uzaklaştırır. Allah Teâlâ bundan hoşlanır ve bunu bol sevap ile mükafatlandırır. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem ), Ali (Radıyallahu Anh)’a şöyle demiştir:

“Vallahi, Allah’ın senin elinle bir kişiye hidayet etmesi, kızıl develere sahip olmandan daha hayırlıdır.”[22]

Bu müjde geneldir; hem gayrimüslim birinin hidayetine vesile olmayı kapsar hem de günahkar Müslümanların hidayetine vesile olmayı. Cennetin yüksek mertebelerine ermek isteyenler neredeler?

 5- Allah Teâlâ’nın Davetçiye Rahmeti

Davet, Allah Teâlâ’nın rahmetini celbetmeye sebep olur. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Mümin erkekler ve Mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekatı verirler. Allah’a ve Rasulüne itaat ederler. İşte bunlara Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”[23]

Davetçi olma sıfatını üzerlerinde taşıyanlara Allah Teâlâ’nın nasıl rahmet ettiğine bir bak!

  6- Davet ve İyiliği Emredip Kötülükten Alıkoymakla Ümmetimiz, En Hayırlı Ümmet Olacaktır

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz.”[24]

İbn-i Kesir (Rahimehullah) bu ayetin tefsirinde şöyle der: “Bu ümmetten kim, ayette bahsedilen bu sıfatları üzerinde taşırsa, Allah Teâlâ’nın övdüğü bu guruba dahil olur ve onlarla beraber övülür.

Ömer b. Hattab (Radıyallahu Anh) bu ayeti okudu ve şöyle dedi: “Kimi bu ümmetin içinde olmak mutlu ediyorsa, ayette sayılan şartları yerine getirsin” Kim de bu sıfatları üzerinde taşımaz ise, Allah Teâlâ’nın şu ayet-i kerimede zemmettiği ehli kitaba benzemiş olur:

“İşledikleri herhangi bir kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yapmakta oldukları ne kötüydü!” (Maide, 79)[25]

Mücahid (Rahimehullah) ise şöyle der: “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.” müjdesine nail olmak için ayette belirtilen şartların yerine getirilmesi gerekir.”[26]

Ayette belirtilen şartlar: İyiliği emretmek, kötülükten alıkoymak ve Allah Teâlâ’ya iman etmektir. Bu şartları yerine getiren ve bu sıfatları üzerinde taşıyan ümmet, övülmüştür.

İmam Kurtubî (Rahimehullah) ise şöyle der: “Eğer insanların durumlarını değiştirmeyi terk ederler ve hatta kötülük üzere yardımlaşacak olurlarsa, onlardan bu övgü kalkar ve kınanmaya layık olurlar. Böylece bu durum, onların helâkına sebep olur.”

Âlimler şöyle demiştir: Ayette iyiliği emretme ve kötülükten alıkoyma, imandan önce zikredilmiştir. Çünkü imanın etkisi, sadece iman eden Mümin ile sınırlıdır. İyiliği emredip kötülükten alıkoyma ise, hem Mümini hem de davete icabet edip iman eden herkesi kapsar. Bu yüzden önce zikredilmiştir.

Aynı zamanda iyiliği emredip, kötülükten alıkoymakla günahların üzeri de örtülmüş olur. Huzeyfe b. Yeman (Radıyallahu Anh) hadisinde geçtiği gibi.[27]

{ Davetçi, insanların en hayırlısıdır }

Zira o, İslam için yaşar. Rasullere ve Nebilere halife olabilmek için omuzlarında risaletin büyük yükünü taşır. Hayatını bomboş geçiren; hiçbir kaygısı, hedefi ve görevi olmayan biri gibi olur mu hiç?

 7- Dünya ve Ahirette Kurtuluş

Davet, dünya ve ahiret kurtuluşuna vesile olur. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.”[28]

             Bu vazifeyi yerine getirenler kurtuluşa ererler ve en özel Müminlerden (havâs) olmaya hak kazanırlar.

             Aynı zamanda davet, davetçinin ilminin artmasına da vesile olur. Davet esnasında muhatabımızın sorması muhtemel sorularının cevaplarını araştırırken ilmimizi de artırmış olacağız.

 8- Allah Teâlâ Seni Dini Üzere Sabit Kılar

Davet, Allah Teâlâ’nın dini üzere sabit kalmaya vesile olur. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a (dinine) yardım ederseniz, Allah da size yardım eder ve (dini üzere) ayaklarınızı sabit kılar.”[29]

Davet kafilesi ile beraber yürüyen herkese müjdeler olsun! Allah Teâlâ kendilerini dini üzere sabit kılacak, bu yolda tutunabilmeleri için kendilerine kuvvet verecek, imanlarını arttıracak, onu yakînî iman kılacak ve salih amellerini arttıracaktır. Allah Teâlâ kendisini, davet yolundaki gayretlerinden ötürü muhakkak onurlandıracaktır.

Allah Teâlâ’nın dini üzere sebat etmeleri bakımından en dayanıklı olanları, davetçilerdir. Büyük âlimlerin hayatlarında bunu görüyoruz ve okuyoruz. Mesela Ahmed b. Hanbel (Rahimehullah) gibi; fitne günlerinde Allah Teâlâ’nın dinine yardım ve hizmet ettiğinden dolayı Rabbi onu dini üzere sabit kıldı, işkence ve hapis cezalarına karşı kendisine sabır verdi. Ya da Şeyh’ul İslam İbn-i Teymiye (Rahimehullah) gibi; batıl din ve mezheplere reddiye sadedinde yazdığı eserleriyle ve ilmin her yere yayılmasına olan katkısıyla Allah Teâlâ’nın dinine yardım etti ve Rabbi de kendisine hapiste dahi sebat verdi. İşte bu büyük âlimlerimiz, tüm hal, zaman ve toplumlarda, sebat yönünden insanların en sağlamlarıydılar.

Allah’a davet eden Rabbanî davetçinin en önemli özellikleri: İmanî eğitime önem vermesi; davet ile ibadet arasındaki ve ilim, amel ve eğitim arasındaki dengeyi sağlayabilmesi ve bu bölümlerden her birinin hakkını teslim ederek, gerekli vakti, gayreti, malı ve özeni verebilmesidir.

 9- Diğer Bütün İşlerinin Yolunda Gitmesini Bizzat Allah Teâlâ Üstlenir

Davet alanında ortaya koyduğun gayret ve çaba oranında, dünya ve ahiret işlerinin yoluna girecektir; bu konuda İslam âlimlerinin icması vardır. Çünkü sen kendin için değil, Allah için yaşamış oluyorsun ve bu da fedakarlığın zirvesidir. Eğer davet vazifesini ihlas ile yerine getirebilirsen, hayatının kolaylaştığını ve basitleştiğini göreceksin.

Siz, Dr. Abdurrahman Al-Sumait’in hanımının (Afrika’nın en tehlikeli bölgesinde davet için yaşadıkları bir zamanda) kendisine söylediği şu sözü belki hatırlarsınız: “Ey Abdurrahman! Cennet ehlinin saadet ve mutluluğu, acaba bizim şu anda yaşadığımız saadet ve mutluluk gibi midir?”

Sende ehlini bu şekilde tevazuya ve Allah Teâlâ’nın dini için çalışmaya alıştır.

Evet, bu örnekte gördüğümüz ne kadar üstün bir fedakarlık öyle değil mi? Peki, bizim fedakarlıklarımız nelerdir?

 10- Hayatın Lezzeti

Allah’a davet etmekle kalbî bir huzur ve rahatlık kazanırsın.

Hayattan bir lezzet alabiliyor musun? Eğer hiçbir lezzet alamıyorsan acele et ve hemen davet işine yönel. O andan itibaren artık günlerin büyük bir rahatlık ve ünsiyet içerisinde geçecek. Hatta davet yapmadan geçen günlerine pişman olacaksın.

 11- ‘Hüsran’dan kurtuluş

Davetçiler, insanların hüsrana uğradıkları gün kazanacak olanlar ve yine insanların büyük sıkıntılar içinde boğuştukları gün, saadete erecek olanlardır.

Davet, Allah Teâlâ’nın “Asr” suresinde bildirdiği “hüsrandan” kurtulabilmenin en büyük vesilelerinden biridir:

“Asr’a yemin olsun ki, insanlık hüsrandadır. Ancak iman edenler, salih amelde bulunanlar, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler bundan müstesnadır.”[30]

Ayet üzerine iyice düşünürsen göreceksin ki, Allah Teâlâ sadece şu insanların hüsran içerisinde olmayacağını bildirmektedir: İman edenler, salih amel işleyenler, insanlara nasihat edenler ve birbirlerine hakkı ayağa kaldırmayı, insanları ona davet etmeyi ve bu yolda başa gelebilecek her türlü musibete karşı sabretmeyi tavsiye edenler.

 12- Sen Öldükten Sonra Bile Yazılmaya Devam Eden Ecirler

Davet, iyilik, hasenat ve ecirleri arttırmanın ve devam ettirebilmenin en büyük vesilelerinden biridir. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:

“Kim hidayete davet ederse, bu davete icabet edenlerin ecirleri kadar ecir alır. Üstelik onların ecrinden de hiçbir şey eksilmez.”[31]

Davet, öldükten sonra kulun elinde kalacak olan en hayırlı amellerdendir. Bir konferans düzenleyerek veya kitap ve ses kaydı vererek 10 kişinin hidayetine vesile olduğunu bir düşünsene! Ölüm senin başına da geldiği zaman, kabrinde bulunduğun ve hiçbir şey yapamadığın sırada, o hidayetine vesile olduğun insanlardan ve onların da vesile olduğu akrabalarından ve arkadaşlarından sana nasıl bir ecir yağacağını bir düşün!

O halde şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, böylesine büyük bir ecri kazanabilmenin en kolay yolu, davettir. Çünkü onun sevabı öldükten sonra bile devam eder.

Düşünsene, hidayetine vesile olduğun birinin ömrü boyunca yaptığı tüm salih amellerin, salavatların, zikirlerin, oruçların, sadakaların ve davetin, ecirlerinden bir misli –ondan hiçbir şey eksilmeksizin- senin amel terazine konulacak! Gerçekten ne büyük bir fazilet ve ne kârlı bir ticaret! Ancak, hani nerde bu fazilet ve ecirler için yarışacak erler?

En kısa zamanda en çok kârı elde edebilen tüccara, başarılı tüccar denir. Aynı şekilde, Allah’a davet etme yolunda koşuşturan ve böylece amellerini kat kat arttırarak ahirette nice yüksek dereceleri ve hasenatları elde eden Mümine de, akıllı Mümin denir.

Ahiret için çalışan Müminler, iki kısma ayrılır:

Birincisi: Sadece ibadet ile meşgul olan Müminlerdir ki, bunların amelleri öldükleri zaman kesilir ve amel defterleri de kapanmış olur.

İkincisi: İbadet, Allah’a davet, şerî ilimlerin eğitimi ve yaratılmışlara iyilik ile meşgul olan Müminlerdir ki, bunların Allah katındaki mertebeleri en süt mertebedir; öldükleri zaman dahi amelleri kesilmediği gibi amel defterleri de açıktır ve her gün binlerce ecir ve hasenat ile dolmaya devam eder.

 { 13- Allah Teâlâ’nın sevgisini kazanmaya vesiledir }

Soru: Allah Teâlâ’nın, insanlar içerisinde en çok sevdiği kişi kimdir?

Davet, Allah Teâlâ’nın sevgisine ulaşabilmek için en önemli vesilelerden biridir. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:

“Allah’ın insanlar içerisinde en çok sevdiği kişi, insanlara en çok faydalı olandır.”[32]

İnsanlara sunulabilecek en büyük fayda, onları cennete ulaştıracak olan hidayetlerine vesile olabilmektir. Akidelerini, dinlerini, ahlâklarını düzeltmelerine ve imanlarını arttırmalarına vesile olabilmektir.

 14- Allah, İyilik Ve İhsan Edenleri Sever

Davet, insanlara iyilik ve ihsandır. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“İyilik ve ihsanda bulunun; çünkü Allah, iyilik ve ihsanda bulunanları sever.”[33]

İnsanların karınlarını doyuracak yiyecekler dağıtmak suretiyle onlara iyilikte bulunmanın elbette çokça ecri bulunmaktadır. Ancak, ya onların kalplerini doyurmanın, ruhlarını beslemenin ecri nasıl olur? Hakiki hayatlarında cennete girmelerine vesile olacak imanlarını arttırmanın ecri ne kadar olur?

Açlığım, bir kuru somun ekmekle geçiyor da

Bu iç huzursuzluğum ve kederim ne diye hiç azalmamaktadır?

 15- İnsanların Cehennemden Kurtulmalarına Vesiledir

Davetçinin en büyük derdi, insanları cehennemden kurtarmaktır. Davetçilerin efendisi ve önderi olan Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:

“Benim halim, bir ateş yakan kimse gibidir ki; ateş etrafını aydınlattığı zaman küçük kelebekler ve hayvanlar ateşin içine düşmeye başlarlar. O kimse bu hayvanları ateşe düşmelerinden menetmeye başlar. Fakat hayvanlar o zata galebe edip düşüncesizce ve süratle ateşe düşerler. İşte bu benimle sizin misalinizdir. Ben, siz ateşe girmeyesiniz diye tutuyorum. Sizler ise, beni dinlemeyip düşüncesizce ve tedbirsiz olarak süratle ateşe düşüyorsunuz.”[34]

 16- Allah Teâlâ’nın Davetçiyi Övmesi ve Meleklerin de Onun Bağışlanması İçin Dua Etmeleri

Davetin, Allah Teâlâ’nın övgüsüne sebep olması ile meleklerin ve bütün yaratılmışların bağışlanma dualarına vesile olmasını benimle birlikte düşün! Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:

"Şüphesiz ki Allah, melekleri, hatta yuvasındaki karınca ve denizdeki balıklar dahi insanlara hayrı öğretenlere salat ederler."[35]

Allah Teâlâ’nın salat etmesi, övmesi; meleklerin salat etmesi ise, onun için bağışlanma duasında bulunmaları anlamına gelmektedir. İşte davet; bu güzelliklerin, ecirlerin ve faziletlerin tümünü kendisinde toplayan eşsiz bir ameldir.

Bu nimetleri elinden kaçıranlara ne yazık!

 17- Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in  Duasına Mazhar Olmak

Davet, Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in şu emrine uymaktır:

“Bir ayet dahi olsa, benden duyduklarınızı insanlara ulaştırın.”[36]

Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’e davet eden ve O’nun sünnetini insanlara ulaştıranın mükafatı, şu hadiste belirtilmiştir:

“Allah, benden herhangi bir şeyi işiten ve işittiği gibi de tebliğ edip başkalarına aktaran kişinin yüzünü ak etsin. Çünkü tebliğ edilen kişi, benden işiterek tebliğ edenden daha anlayışlı ve kavrayışlı olabilir.”[37]

İbn-i Kayyım (Rahimehullah) şöyle der: “Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem), bir ayet dahi olsa kendisinden işitilenlerin insanlara ulaştırılmasını emretmiştir. Bir hadis dahi olsa onu insanlara tebliğ etmeye çağırmıştır. O’nun (Sallallahu aleyhi ve sellem) sünnetini insanlara ulaştırmak, okları düşmanın boğazına ulaştırmaktan daha faziletlidir. Çünkü bunu insanlardan çoğu yapmaktadır ancak, O’nun (Sallallahu aleyhi ve sellem) sünnetini insanlara ulaştırma görevini ancak Peygamberlerin varisleri ve halifeleri yerine getirmektedir. Allah Teâlâ lütfu ve keremiyle bizi de onlardan kılsın.”[38]

 18- Davet Yolunda Sabretmenin Ecri

Şüphe yok ki bu davet yolu, çiçeklerle süslenmiş dümdüz bir asfalt yol değildir. Uzak ve çok olan eziyet ve cefadan önce (ahiret), yakın ve az olan eziyet ve cefayı (dünya)  göğüslediğinden ötürü seni, nice büyük ecirlerle müjdelemek istiyorum. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Sabrettiklerinden dolayı onların mükâfâtı ise, (girecekleri) Cennet ve (giyecekleri) ipektir!”[39]

Eğer sen, sadece salih bir kul isen, kimse sana eziyet etmeyecektir. Ancak sen, bunun yanında birde ıslah edici bir davetçi isen, cahillerin eziyeti sana ulaşacaktır ve sen de çektiğin sıkıntılara göre ecrini alacaksın. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:

"Mümin kişiye hiçbir yorgunluk, rahatsızlık, kaygı, üzüntü, keder, sıkıntı isabet etmez ki; hatta ayağına batan bir diken bile yoktur ki, onunla günahları silinmesin."[40]

Kureyş, Peygamberlik verilmeden önce Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’i çok seviyordu. Ne zamanki bir ıslah edici ve davetçi olarak hakkı yaymaya ve hataları düzeltmeye başladı, O’na eziyet ettiler, düşman oldular ve savaş açtılar. Çünkü davet edilen şeyler ile arzu ve istekleri çakıştı. Halbuki Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) onları, nefislerinin fesadından kurtarmak istiyordu.

İlim ehli şöyle der: Allah Teâlâ, bir ıslah edici ve davetçiyi, binlerce salih kuldan daha çok sever. Çünkü Allah Teâlâ o tek bir ıslah edici davetçiyle ümmeti muhafaza ederken, salih kul ise sadece kendisini kurtarmakla yetinir. Dolayısıyla ıslah ve davet görevlerini yerine getirmeksizin salih bir kul olmak Mümine yakışmaz. Çünkü bu korkaklık, zayıflık, başarısızlık ve ümmetin yok olmasına ve helakına sebep olan bir afettir.  Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Halkı, ıslah eden kimseler iken, Rabbin o ülkeleri zulm ile helak edecek değildir.”[41]

Dikkat edersen, “ıslah eden kimseler” dedi, “Salihler” demedi.

Rabbim bizleri ve sizleri ıslah görevini yerine getiren salih kullardan kılsın.

Davetin ne büyük bir şeref olduğu da buradan anlaşılmış olmaktadır. O halde bu şerefli ve yüce makam için elbette fedakarlık, sebat ve sabır gerekmektedir.

Davetçi, Allah’a davet etmeye başladığı anda şu iki durumdan biriyle karşılaşır:

Birinci durum: Medine halkının Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’i hayırla karşılayıp gelmesine sevindikleri gibi, insanların kendisini hayırla karşılamasıdır.

İkinci durum: Taif halkının önde gelenlerinin Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in davetini kabul etmeyip, çocukları ve sefihleri O’nu taşlamaya gönderdikleri gibi, insanların kendisine sırtlarını dönmesidir.

Allah (Azze ve Celle), dostlarını asla düşmanlarının eline teslim etmez, ancak O, her şeyi en ince ayrıntısına kadar bilir (Alîm’dir) ve her işinde muhakkak bir hikmet vardır (Hakîm’dir). Bazen davetçi kuluyla insanları terbiye ettiği gibi, bazen de davetçi kulunu terbiye eder.

İnsanların davetçiyi hayırla karşıladıkları ve ona yöneldikleri durum, aslında daha tehlikeli ve zor olan durumdur. Zira gurur ve kendini beğenme hastalıklarına kapılabilir. Kendisine bazı makam ve mevkiler sunulur da böylece dünya fitnelerinin hedefi haline gelir.

İşte bu, şeytanın olaya dahil olduğu ve makam, mevki, mal ve dünya nimetleri ile davetçiyi bu dine hizmet etmekten çaldığı durumdur.

İnsanların kendisine sırt döndüğü ve yüz çevirdiği duruma gelince, bu daha güzel ve kendisini geliştirmesi için daha uygun bir durumdur. Çünkü davetçiler böyle durumlarda daha çok Rablerine teveccüh ederler, O’na yönelirler, O’na yaklaşırlar ve bu vesileyle de Allah Teâlâ’nın yardım ve zaferi gelir. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) Taif’ten çıkarıldığında Allah Teâlâ’ya dua etti, Allah Teâlâ da kendisini Cebrail (Aleyhi’s Selam) ve dağlar meleği ile destekledi, Mekke’ye tekrar girişini kolaylaştırdı ve sonunda kendisine yeryüzünde yönetim nasip etti. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“İnsanlar, “İnandık” demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler. Andolsun, biz onlardan öncekileri de imtihan etmiştik. Oysa Allah, sözüne sadık olanları da, yalancıları da muhakkak bilir.”[42]

Eğitim ve terbiye aşaması: Bu aşamada Allah Teâlâ davetçiyi imtihan eder. Kendisinin sabrını ve sadakatini ölçer. Bu imtihan vesilesiyle kendisinde, tüm zorluklara katlanma gücü, halka karşı bir merhamet ve hakka tam olarak teslim olma iştiyakı hasıl olur. Bunun için, hayır ve şerle, zenginlik ve fakirlikle, güven ve korku ile imtihan edilir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Bir imtihan olarak sizi şerle de hayırla da imtihan ederiz. Ve ancak bize döndürüleceksiniz.”[43]

“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler. İşte Rableri katından rahmet ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır.”[44]

Yardım ve zaferin görüldüğü aşama: Davetçi bu imtihan ve musibetlere sabreder, her türlü zorluklara, yardımın azlığına ve bununla birlikte tüm saldırılara rağmen davetine devam ederse, Allah Teâlâ onunla beraber olur, onu destekler, ona yardım eder, dualarına icabet eder, kendisini müdafaa eder, onu korur ve düşmanlarını mağlub eder.

 Davetin Fert, Aile, Toplum Açısından Fayda Ve Kazançları

 1- Allah Teâlâ’nın Mahlûkatı Yaratma Amacının Gerçekleşmesi

Allah Teâlâ’nın mahlûkatı yaratma amacı, şirk koşmaksızın sadece kendisine ibadet edilmesini istemesidir:

“İnsanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım”[45]

İbadet: Allah Teâlâ’nın sevip razı olduğu gizli ve açık tüm söz ve amelleri içine alan kapsamlı bir tanımdır. Davet ise, bu ibadetin açıklanması, detaylarıyla izah edilmesi, insanların onun gereklerine uymaya, ona muhalif olan şeyleri de terk etmeye teşvik edilmesi ve bu ibadeti hakkıyla yerine getirdikleri takdirde elde edecekleri büyük ecirleri insanlara bildirilmesidir. İşte bütün bunlar, davetin en büyük hedeflerindendir.

 2- İmanlı Nesillerin Ortaya Çıkması

Davetin fayda ve kazançlarından biri de, babadan oğula akıp giden küfür neslinin önünde durarak, onların İslamî şahsiyetlere dönüşmesidir. Binlerce yıldır, kafir oğlu kafir oğlu kafir… olarak devam eden bir nesil var ve sen gelip davet ediyorsun, onların bu hallerini değiştiriyorsun ve Müslüman olmalarına vesile oluyorsun. Böylece bu neslin gelecek kuşaklarının artık, Müslüman oğlu Müslüman oğlu Müslüman… olarak devam etmesine sebep oluyorsun. Allah-u Ekber! Küfür üzere akıp giden bir neslin önünde durup, onları sadece Allah Teâlâ’ya iman ve ibadet etmeye yönlendirmekten daha büyük bir şeref olabilir mi?!

 3- Muhammed (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in Ümmetinin Çoğalması

Davetin fayda ve kazançlarından bir diğeri ise, Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in de bizzat temenni ettiği üzere, ümmetinin çoğalmasına vesile olmasıdır. Nitekim O (Sallallahu aleyhi ve sellem), şöyle buyurmaktadır:

“Kıyamet günü en fazla tebaaya sahip olan Peygamberin, ben olacağımı umuyorum.”[46]

{ Bir kişinin senin elinle hidayet bulması, aslında milyonlarca insanın hidayet bulması demektir }

Senin hidayetine vesile olduğun kişinin çocuklarının, çocuklarının, çocukları… ve onlarında hidayetlerine vesile oldukları kendi çevrelerinin tüm amelleri, hasenat olarak senin amel defterine yazılacaktır.

Hidayetine vesile olduğun kişinin, 2 veya 3 çocuğu olduğunu, bu çocukların da her birinin ikişer üçer çocuklarının olduğunu hesap edersen; her 20 senede bir de bunun katlanarak artacağı göz önünde bulundurulursa, 100 sene sonra hidayetine vesile olduğun insan sayısının 1000’e ulaştığını göreceksin.

{ Düşün }

Gerçekten de 100 sene geçtiğini ve hidayetine dolaylı olarak vesile olduğun insan sayısının 1000’e ulaştığını, ancak bunların 500’ünün geçen zaman içerisinde vefat edip geriye 500 kişinin kaldığını farz edelim. Bunun üzerine bir 100 sene daha geçtiğinde, bu 500 kişinin her birinin senin gibi dolaylı olarak 1000 kişinin hidayetine vesile olduğunu hesap edersek, 200 sene içerisinde 500.000 kişiye ulaşmış olursun. Üzerinden bir 100 sene daha geçtiğinde, öncekilerin yarısını alsak dahi 250.000 kişinin her birinin yine 1000 kişiye vesile olduğunu hesap edersek, 300 sene içerisinde 250.000.000 kişiye ulaşmış olursun. 400 veya 500 sene sonrasını hesaplasak sayı kaçları bulur acaba!

  Bütün bu hesapların hepsi, hidayetine vesile olduğun sadece bir kişi üzerinden yapılmıştır. Ya her gün bir kişinin hidayetine vesile olduğunu düşündüğümüzde hesap nasıl olur?

Riyad şehrinde yaşayan yaşlı bir adamın kendisine verdiği bir kitapla hidayete erdikten sonra, tam 7000 kişinin hidayetine vesile olan bir davetçi tanıyorum.

Yine bir davetçi tanıyorum ki, Afrika’da bir rahibin hidayetine vesile oldu ve o rahip de Müslüman olduktan sonra, 1 milyondan fazla kişinin hidayetine vesile oldu.

“Bir kişinin hidayetine vesile olmak, aslında milyonlarca insanın hidayetine vesile olmaktır” sözümüzü hatırlayın!

Bu milyonlarca insanın her birinin yaptıkları zikirlerden ve verdikleri sadakalardan hasıl olan ecir, -onların hanelerinden hiçbir şey eksilmeksizin- senin amel defterine yazılacak. Bu milyonların her birinin mescide doğru attıkları adımlar, senin sevap hanene ecir olarak kaydedilecek. Hacca gittiklerinde, oruç tuttuklarında, cihad ettiklerinde, dua ettiklerinde, başkalarına yardımda bulunduklarında kazandıkları her bir sevap, sana da yazılacak. Öğrendiklerinde, öğrettiklerinde, yetiştirdiklerinde, bir şeyler telif ettiklerinde veya vakfettiklerinde, sen de bu amellerdeki payını eksiksiz olarak alacaksın.

Demek istediğimiz: Hidayetine vesile olduğun insanların, -ister sözlü, ister fiîlî, isterse de kalbî olsun farketmez- yaptıkları her bir amelin ecrinden senin de nasibinin olacağıdır.

Allah Teâlâ sana da, senin elinle bir kişinin hidayet bulmasını nasip edecek olursa, o kişinin kendisinin, çocuklarının ve kıyamete kadar gelecek olan zürriyetinin tüm amellerinin sevabı senin amel defterine hasenat olarak yazılacaktır. Basit bir hesaplama ile dahi, 300 sene sonra hidayetine dolaylı olarak vesile olduğun insanların sayısının milyonlara ulaştığını gördük. Sen, eğer o bir kişinin hidayetine vesile olamasaydın, bu milyonlarca kişinin senin için ne büyük bir kayıp olacağını iyice bir düşün! İnsan için, bu büyük kayıptan daha büyük bir kayıp olabilir mi!

 4- Örnek ve Önder Şahsiyetlerin Ortaya Çıkarılması

Davetin fayda ve kazançlarından bir diğeri de, imkanlar dahilinde, içerisinde örnek ve önder şahsiyetlerin bulunduğu hayırlı bir toplumun oluşmasına vesile olmasıdır; Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in zamanında yaşayan öncü nesilde olduğu gibi. Bu asır, kıyamet saatine kadar ondan sonra gelecek olan tüm asırlar için örnektir. İnsanlar o asırda, kardeşlik ve ünsiyet için birbirleriyle yarışıyor, iyilik ve takva üzere de birbirleriyle yardımlaşıyorlardı. İslam’ın tüm şiarlarını yerine getiriyor, bu yüce dinin üstün ahlakı ile ahlaklanıyor, karşılıklı nasihatlerde bulunuyor ve Allah için birbirlerini seviyorlardı. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in dediği gibi:

“Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine merhamet etmekte ve birbirlerini gözetmekte bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.”[47]

 5- Allah’a Davet İmanı Arttırır

Ehli sünnet mezhebine göre iman, artar ve azalır; ibadet ve itaat ile artar, günahlar ile azalır. İmam Muslim’in (Rahimehullah) Sahih’inde şöyle geçer: “Münkerin nehyedilmesi, imanın artıp azalması ve iyiliği emredip kötülükten alıkoymanın vacip olmasına dair bab.” Bu babın altına da Ebu Zer (Radıyallahu anh)’dan rivayet edilen şu hadisi koymuştur: "Hepinizin her bir eklemi (ve kemiği) için bir sadaka gerekir. Binaenaleyh her tesbih bir sadakadır, her hamd bir sadakadır, her tehlil bir sadakadır, her tekbir bir sadakadır, iyiliği emretmek sadakadır, kötülükten sakındırmak sadakadır. Kulun kuşluk vakti kılacağı iki rek'at namaz bütün bunları karşılar."[48]

 6- Kalbi Önceleyen Bir Hayat

Davette, kalp hayatı vardır. Onun sayesinde, tembellere bir çalışma şevki gelir, gafiller uyandırılır, Müminlerin imanı artar. Aynı zamanda davette, heva ve batıl ehli için bir baskı, Müminler için bir lezzet vardır. Onun yorgunluğu, davet dışında hiçbir yerde nefes alamadığını hisseden davetçi için, bir memnuniyettir. O uğruda akıtılan terler, herhangi bir ter gibi değildir; hepimiz bir iş veya spor yaptığımızda ya da yemekler veya ızgaralar yaptığımızda sırılsıklam terliyoruz. Ancak bu iki terleme ve yorgunluk arasında ciddi bir fark vardır. Elbette Allah yolunda bulunurken; beldene gelen turistlerin hidayetine vesile olabilmek için onlara İslamî broşürler dağıtırken veya karton dövizler taşırken ya da Afrika ormanlarında binlerin, milyonların hidayetine vesile olabilmek için yorulup hasta olurken senden akan terin kıymeti, Allah Teâlâ katında daha değerli ve kıymetlidir.

Hayatım boyunca, davet yolunda yaşadığım bir yorgunluktan veya o uğurda akıttığım bir terden daha şerefli ve güzel bir şey kazanmadım.

 7- Hak Üzere Sebat Etmek

Her ne halde ve vaziyette olursa olsun Allah Teâlâ’ya davet etmeye devam etmek, kişinin hak üzere sebat etmesine ve dininde yardım görmesine vesile olur.  Aynı zamanda bu sayede, bu hak dine muhalefet eden bütün milletler ve bidatçı gruplara, tüm zaman ve mekanlardaki şüphe ve şehvet ehline karşı galip geleceği vaadedilen “Tafet’ul Mansura” (Hak üzere kalmaya devam eden ve bu yolda yardım gören grup)’dan olmaya hak kazanır. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) bu grup hakkında şöyle haber vermektedir:

“Ümmetimden bir topluluk, hak üzerinde kalmaya devam edecektir. Onlar hak üzerinde hep böyle sebat edip durdukları müddetçe, Allah'ın emri gelinceye kadar muhalif olanlar onlara zarar veremeyecektir.”[49]

  8- Maslahatı Elde Etmek ve Zararlı Olanı Defetmek

Davet aynı zamanda, -imkanlar ölçüsünde- maslahatın (faydalı ve menfaat içeren şeylerin) elde edilmesine ve çoğalmasına; mefsedetin (zararlı olanların) ise defedilmesine ve azalmasına vesile olur. Zira davet sayesinde fesadın, rezilliklerin, uyuşturucu maddelerin ve zulmün önüne geçildiği gibi; faziletli ameller, emniyet, güvenilirlik ve ıslah yeryüzüne yayılır. Halkı Hristiyanlaştırma faaliyetlerinin, sapıklıkların, dinden çıkmaların, hurafelerin ve şirkin önüne geçildiğinde ise yeryüzüne tevhid yayılır.

Vatikan’ın ve çeşitli batılı yayın kuruluşlarının da ifade ettiği gibi İslam, dünyada birinci ve en çok yayılan dindir.

 9- Fikrî, Toplumsal, Ahlâkî Ve Davranışsal Problemlerin Çözümü

Davetin kazançlarından biri de toplumla alakalı fikrî ve toplumsal, ahlakî ve davranışsal problemlerin çözüme kavuşmasına vesile olmasıdır. Bahsettiğimiz bu problemler, toplumun çöküşüne ve helâkına sebep olan problemlerdendir. Çünkü insan vahyi bir kenara atarak aklı ve hevası doğrultusunda hareket etmeye kalkarsa, helaki kaçınılmaz olur.

Davet, bütün insanlığa kurtuluş yolunu göstermektir. Tüm hayırların kaynağı olan Allah Teâlâ’nın dinini insanlara açıklamaktır. Davet; tüm fikirsel, davranışlar ve diğer beşerî hastalıkların fayda veren yegane ilacıdır.

 10- Davet, Kulları Allah Teâlâ’nın Azabından Uzaklaştırır

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“İsrailoğullarından inkâr edenler, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lânetlendi. Bu, onların isyan etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü. İşledikleri herhangi bir kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yapmakta oldukları ne kötüydü!”[50]

 11- Allah’a Davet, Kişiyi Kötü ve Günah Sözden Alıkor

Allah’a davet ile meşgul olan insanın dili, kötü ve günah sözlerden selamet içerisindedir ve dil sürçmesine de maruz kalmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Bir sadaka vermeyi, yahut iyilik yapmayı, yahut da insanların arasını düzeltmeyi emredenleri hariç, onların aralarındaki gizli konuşmaların çoğunda hiçbir hayır yoktur. Kim bunları sırf Allah’ın rızasını kazanmak için yaparsa, biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz.”[51]

Sen nefsini ibadet ve itaat ile meşgul etmezsen, günahlar seni meşgul eder.

“Sabah akşam Rablerine, O’nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte ol. Dünya hayatının zînetini arzu edip de gözlerini onlardan ayırma.”[52]

 12- Davet, İnsanların Düzgün Bir Hayat Yaşamalarına ve Cahillerin Fesadının Önüne Geçilmesine Vesile Olur

Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Allah’ın çizdiği sınırları aşmayarak orada duranlarla bu sınırları aşıp ihlâl edenler, bir gemiye binmek üzere kura çeken topluluğa benzerler. Onlardan bir kısmına geminin üst katı, bir kısmına da alt katı düşmüştü. Alt kattakiler su almak istediklerinde üst kattakilerin yanından geçiyorlardı. Alt katta oturanlar:

“Hissemize düşen yerden bir delik açsak, üst katta oturanlara eziyet vermeyiz.” dediler.

Şayet üstte oturanlar, bu isteklerini yerine getirmek için alttakileri serbest bırakırlarsa, hepsi birlikte batar helâk olurlar. Eğer ellerinden tutarak bunu önlerlerse, hem kendileri kurtulur, hem de diğerleri kurtulmuş olur.”[53]

 13- Allah Teâlâ’ya Davet, Kendini Kurtarmak İsteyenlerin De En Önemli Arzusudur 

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Hani onlardan bir topluluk demişti ki: “Siz, Allah’ın helâk edeceği veya şiddetli bir azaba uğratacağı bir kavme ne diye (boş yere) öğüt veriyorsunuz?” Onlar da, “Rabbinize bir mazeret beyan etmek için, bir de belki Allah’a karşı gelmekten sakınırlar diye (öğüt veriyoruz) demişlerdi.”[54]

Ve bütün bu saydıklarımızın yanında, sözün bir olması, gayretin bilenmesi, emniyetin yayılması, yakînî imanın kuvvetlenmesi gibi fayda ve kazançları bulunmaktadır.

Allah Teâlâ’dan dileğimiz, kısa ve özet olarak ele aldığımız davetin bütün bu faziletlerinden ve kazançlarından bizleri de faydalandırmasıdır.

Davet, hem bizzat kendimizi, hem vaktimizi, hem malımızı, hem de bütün gayretimizi uğruna sarfetmemize layık olan, en büyük hedeflerden biridir. O, bunlardan arta kalanlarla yapılacak bir amel değildir. Ölüp defnoluncaya dek, o bizim yoldaşımızdır.

 Allah’a Davet Edebilmek İçin Nelere İhtiyacımız Vardır?

-          Allah için davet etmeye niyet etmek ve bu niyeti her türlü şüpheden, nefsin kendine pay çıkarmasından, övgü ve şöhret isteğinden arındırmak.

-          Şerî ilimlerde kendini geliştirmek, beceri ve deneyim kazanmak.

-          Yaşantısıyla, vicdanıyla ve görünüşüyle insanlara örnek olabilecek bir davetçi olmak.

-          Davet yolunda sabırlı olmak. Yolu çok uzatmamak ve sonuç için acele etmemek de bu sabrın olmazsa olmazlarındandır.

-          Allah Teâlâ’dan umulan ecir dışında, davet için hiçbir ücret almamak.

 Davetten Mahrum Bırakan Şüpheler

Bazıları, davetlerine bir icabet olmadığı gerekçesiyle daveti bırakmaktadırlar. Oysa Nebi ve Rasullerin davet yönünden insanların en mükemmeli olduklarında şüphe yoktur. Davet, Allah Teâlâ’nın kendilerini onun için gönderdiği en temel görevleridir. Buna rağmen kavimlerinden gördükleri karşılık ret ve inatçılıktı. Hatta Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in bildirdiğine göre bazısına kavimlerinden tek bir kişi dahi iman etmedi:

"Bana ümmetler arz olundu. Bir ve iki peygamber kendilerine tabi olan bir gurupla geçiyordu. Bir peygamber beraberinde hiç kimse olmadığı halde geçiyordu.”[55]

Hidayet tamamen Allah Teâlâ’nın elindedir:

“Onları hidayete erdirmek sana ait değildir. Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir.”[56]

 Mühim Olan Davetin Kabul Edilmiş Olması Değildir

Alemlerin Rabbinin (Subhanehu ve Teâlâ), sevgili Peygamberimize (Sallallahu aleyhi ve sellem) –ki O, davette örneğimiz ve önderimizdir- emrettiği şeyi iyice düşünürsek, Allah Teâlâ’nın O’nu, insanların davete icabet etmesiyle değil, sadece tebliğ etmekle sorumlu tuttuğunu görürüz. Allah Teâlâ’nın şu sözünde olduğu gibi:

“Eğer yüz çevirirseniz, bilin ki elçimize düşen sadece apaçık bir tebliğdir.”[57]

Yine başka bir ayeti kerimede, Rasullerin görevinin tebliğ olduğu şöyle vurgulanmaktadır:

“Peygambere düşen ancak apaçık bir tebliğdir.”[58]

Gerçek hidayet ise, tamamen Allah’a aittir. Allah Teâlâ’nın şu sözünde olduğu gibi:

“Onları hidayete erdirmek sana ait değildir. Fakat Allah, dilediğini hidayete erdirir.”[59]

Yine, İsrailoğullarından cumartesi yasağını delen gruba nasihat etmek isteyenleri engelleyenler, şöyle diyerek karşı çıkmışlardı:

“Siz, Allah’ın helâk edeceği veya şiddetli bir azaba uğratacağı bir kavme ne diye (boş yere) öğüt veriyorsunuz?”[60]

Nasihati bırakmayan davetçiler ise şöyle cevap verdiler:

“Rabbinize bir mazeret beyan etmek için, bir de belki Allah’a karşı gelmekten sakınırlar diye (öğüt veriyoruz)[61]

Kâsimî (Rahimehullah) tefsirinde şöyle der: “Kötülüğün engellenmesi ve insanları ondan alıkoyma görevi, o kötülüğü yapan üzerinde hiçbir fayda sağlamasa dahi asla terkedilemez. Çünkü bunu yapmanın amacı, sadece insanların buna uymasını sağlamak değildir. Dinin bir rüknünü yerine getirmek için veya Allah Teâlâ’nın sınırlarının çiğnenmemesini istemek adına ya da hesap günü bir mazeret olması için dahi davete devam edilir. Hatta daveti terk etmekle karşılaşacağı şeylerden kurtulmuş olması dahi kişiye kazanç olarak yeter.”[62]

 Daveti Kabul Etmediklerinden Ötürü İnsanlar Hakkında Verilen Acele Hüküm Hatalıdır

İnsanlar davetine icabet etmediler diye onlar hakkında kim hemen nihaî hüküm verebilir? “Ben, iki, üç ve daha birçok kere onlara davet ulaştırdım” dese bile, hidayete eremeyeceklerine dair nihaî hükmü verme hakkı yoktur. Zira belki daveti kabul etmeleri, daha birçok kere kendilerine gidilmesinden ve uzun bir zamandan sonra gerçekleşecektir. Allah’a davet, uzun soluklu ve sabır gerektiren bir ameldir. Sonuca ulaşmak noktasında aceleci davranmak ve davet ettiği şahısların durumuna sabredememek, davetçilerin karşılaştığı en önemli afetlerden biridir. Oysa Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) bu konuda da bizim en güzel örneğimizdir. Allah Teâlâ dinini hakim kılıp, Müslümanları izzetlendirinceye kadar O (Sallallahu aleyhi ve sellem), kavmini Allah’a davet etmeye ve onlara iyiliği emredip, kötülükten men etmeye uzun bir müddet devam etmiştir.

Davetin kazancı sadece insanların onu kabul etmesi değildir. Davet kabul olunmasa dahi onu yapmaya devam etmekte birçok faydalar vardır. Bunlardan bazıları:

-          Bir müddet sonra dahi olsa İslam’ın ortaya çıkacak olması

-          İslam’la ilgili yanlış düşüncelerin ortadan kaldırılması

-          Yerine İslam ile ilgili doğru düşüncelerin bina edilmesi

-          Tevhid

-          Zafer

-          Halkı Hristiyanlaştırma faaliyetlerinin ve fakir olanlarının suiistimal edilmesinin önüne geçilmesi

-          Davet görevinin yerine getirilmesi

 ‘İnsanların İslam’ı Kabul Etmesinin Zor Olduğu Düşüncesi’nden Vazgeçmeliyiz

Bazen davetçiler, insanların hidayeti kabul etmekte zorlanacakları düşüncesine kapılabilmekteler. Bu da onları davette bulunmaktan vazgeçmeye sevk etmektedir.

                                 Oysa durum, bunun tam tersidir.

Kendilerine düzgün bir şekilde tebliğ olunduktan sonra insanların İslam’ı kabul etmeleri aslında ne kadar da kolaydır…

Sen en güzel şekilde insanları bu dine davet etmek için elinden gelen gayreti göster, Allah’ın izniyle onların bu dini nasıl kabul ettiklerini göreceksin.

Sen sadece nasıl tebliğ yapacağın üzerine yoğunlaş, hidayete erdirmek senin elinde değildir.

Kendine şu soruyu sor: Şu ana kadar kaç kişiye İslam’ı tebliğ ettin? 100? 200? Ve bunu kaç kere yaptın? İlginç! Ondan sonra da kalkmış, insanların İslam’a girmesi ne kadar da zor diye şikayet ediyorsun!!

Bu düşünce, şeytanın hile ve oyunlarından biridir. Sakın bu oyuna gelme! Ayrıca boş boş oturup, konuşanlara da dikkat et. Kulaklarını tıka ve hiç birini duymamaya gayret et.

Kendine, kaç kişiye İslam’ı tebliğ ettiğini sor, ondan sonra nihaî hükmü vermeye kalk!

Genel olarak daveti ve özellikle Müslüman olmayanları İslam’a daveti, söz, fiil ve karakter olarak herkesin neye gücü yetiyorsa onu yerine getireceği şekilde bütün Müslümanların taşın altına elini koyacağı bir görev haline getirmek lazım. Büyük/küçük, erkek/kadın, alim/cahil farketmez, herkesin gücü ve kabiliyetleri ölçüsünde insanları bu dine davet etmeleri gerekmektedir. Allah dilediğine fazlı ve rahmetiyle hidayet eder.

Aynı şekilde kendi çocuklarımızı, eşlerimizi, kardeşlerimizi, annelerimizi ve bütün aile fertlerimizi de tebliğ ve davet çalışmalarına yönlendirmemiz gerekmektedir. Onları davetle ilgili bir görev almaya veya yapılan davetlere maddi manevi eşlik etmeye teşvik etmemiz gerekmektedir.  

Bazen, gayrimüslim biri, küçük bir çocuğun davetini kabul eder, bazen de çok etkili ve güzel davet yapan bir Müslümanın davetine hiç kimse icabet etmez. Riyad şehrinde yeni Müslüman olan biri buna şahit olmuş ve küçük bir çocuğun tebliği ile İslam’a girmiştir. Kendisi yüzme antrenörlüğü yaptığı bir sırada, 13 yaşında bir çocuk kendi diline tercüme edilmiş bazı İslamî kitaplar getiriyor. Aralarında Kuran’ı Kerim’in tercümesi de bulunan bu kitapları okumasıyla İslam’la tanışıyor ve hidayet buluyor.

İşte insanların İslam’a girmeleri ve ona yönelmeleri aslında bu kadar basittir. Bu yüzden, gayrimüslimlerin bugün en acil ihtiyaç duydukları şey, kendilerine İslam’ı götürecek davetçilerdir. Asrımızda, sağlıklı bireylere davet yöntemleri ve yolları ne kadar kolayken, hastalıklı bireylere davet sunmak ise bir o kadar meşakkatlidir.

Genç nesillerde yeşermeye başlayan davet filizi -güçlerinin yettiği ölçüde-, kendilerinin hidayetlerini de sağlamlaştırıp, korunmalarına vesile olduğu gibi, diğerlerinin de davet çalışmalarına katılmalarına teşvik mahiyetinde olmaktadır. Allah Teâlâ dilediğini doğru yola iletir.[63]

 Davetçinin Günahsız Olması Gerektiği Şüphesi

Dinlerinin, davet yoluyla insanların birçoğuna sunulmasından memnuniyet duyan niceleri zannediyorlar ki davetçi, dinde emredilen her şeyi yerine getirmeli, yasaklanan her şeyden uzak durmalı ve günahsız olmalıdır. Oysa bu ancak Peygamberlerin ulaşabileceği çok yüksek bir mertebedir. Eğer böyle olursa, hiç kimse iyiliği emredemez, kötülükten men edemez ve Peygamberlerden sonra hiç kimse gayrimüslimlere İslam’ı anlatamaz.

 Dikkat edin! Bu şeytanın bir vesvesesidir…

İnsanlardan bazısının, “Ben daha bir kısım ibadetlerde bile ihmalkarlık yapıyorum” diyerek davetten geri durması, kabul edilebilir bir mazeret değildir. Bu şeytanın bir vesvesesidir. İnsanlardan sadece mükemmel ve eksiksiz olanlar davet yapabilir olsaydı, Peygamberlerden sonra hiç kimse davet yapamazdı.

Bununla birlikte davetçinin söz ve amellerinin birbirine uymaması elbette ki çirkin bir durumdur. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir.”[64]

Ancak bunun çözümü, böyle Müslümanları davetten uzak tutmak değildir. Çözüm, o Müslümanın tebliğ ettiği şeylere bizzat kendisinin de uyması için nefsiyle mücahede etmesi ve günahlarına tevbe ederek davete devam etmesidir. Davet, sadece tek bir kişinin veya bir grubun elinde olan bir amel değildir. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Bir ayet dahi olsa benden duyduklarınızı insanlara tebliğ edin”. Bu tüm erkek ve kadın Müslümanlara emredilmiş olan genel bir emirdir. Herkes gücü ve imkanları nispetince bunu yerine getirmekle yükümlüdür. Davetçiler ilim ve kuvvet yönüyle birbirilerinden farklı olabilirler ancak hepsi gücünün yettiği ile sorumludur. Bu din salih olsun, şerli olsun farketmez, bütün Müslümanların omuzlarına yüklenmiş bir emanettir.

Ebu Mihcen’nin (Radıyallahu anh) günahları bu dine destek olmasına engel olmadı. O halde sen ey sevgili kardeşim, senin günahların ve ihmalkarlıkların da Allah’a davette sana engel olamaz.

 Benim İlmim Yok Şüphesi

Bazı insanlar da, davet yapmalarına müsaade edilen ilim ehlinden olmadıkları gerekçesiyle, kendilerinin davet yapmalarına gerek olmadığını söylemektedirler. Oysa ben de bu işin hakkını tam olarak veremem, bende de davetin üslubu ve ilmi yok. Ancak buna rağmen ben, bir arpa boyu kadar yol almış olsam da, kendimi Allah’a davet amelinden mahrum bırakmıyorum.

Biz şöyle diyoruz: Herkesin imkanları ve kabiliyeti ölçüsünde yapabileceği birçok iş vardır. Mesela internet siteleri ve sosyal medya gibi modern birçok yöntem kullanılarak, Müslümanlara veya gayrimüslimlere davet ulaştırılabilir. Kitap, dergi, broşür gibi basım faaliyetlerine yardımcı olunabilir. Davetçilerin ve âlimlerin derslerinden kısa kesitlerin yayılmasına vesile olunabilir. Maddi olarak da destekte bulunulabilir. Davetçilere hizmet edilip, yeni Müslüman olanlara yardımcı olunabilir. En azından herkes, ilim ehlinin kitaplarını ve derslerini çevresine yayabilir.

Yine buna örnek olarak mesela, namaz kılmayan birini gördüğünde, onu tekrar namaz kılmaya teşvik edebilmen için gerçekten çok büyük bir ilme mi ihtiyacın vardır? Tabi ki, hayır; namazın bu dinin en önemli rükunlarından biri olduğunu ve o olmadan kişinin İslam’ının kâim olmayacağını bilmen yeterlidir.

Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in ashabından bazıları, sadece kendisinden dinde bilinmesi zorunlu olan birkaç şeyi öğrenerek Müslüman oldular. Bununla birlikte Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) onları, kavimlerine davete gönderdi ve iyiliği emredip, kötülükten alıkoymakla görevlendirdi. Ebu Zer (Radıyallahu anh)’ın kıssası bunun en iyi örneğidir.  Mekke’ye gelip Müslüman olduktan sonra Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine: “Kavmine gidip, benden duyduklarını onlara da tebliğ edebilir misin? Umulur ki Allah, senin elinle onları da faydalandırır ve sana da mükafatını verir.” demişti. Bunun üzerine Ebu zer (Radıyallahu anh) önce kardeşi Uneys’e gidip davet ediyor ve o Müslüman oluyor. Sonra ikisi birden annelerinin yanına gidip davet ediyorlar ve o da Müslüman oluyor. Sonra da bu daveti, kavimlerinin bütün fertlerine taşıyorlar ki, onların yarısı bu davet ile Müslüman oluyorlar.[65]

Halbuki Ebu Zer (Radıyallahu anh), Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in yanında çok az bir zaman durmuştu, kendisinden çok fazla bir şey öğrenebilmesi mümkün değildi. Sadece dinde bilinmesi zorunlu olan şeylerle namazı ve abdesti öğrenmişti. Daha sonra memleketine döndü; önce kardeşi ve annesini, daha sonra da bütün kavmini İslam’a davet etti. Bunun neticesinde de kavminin yarısı Müslüman oldu. Diğer yarısı da zikredilen hadisin devamında belirtildiği üzere- Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in Medine’ye hicretinin akabinde Müslüman oldular.

Malik b. Huveyris (Radıyallahu anh) ve beraberindeki gençlerin kıssasını da buna örnek verebiliriz. Kendisi şöyle anlatıyor: “Birbirimize çok yakın olduğumuz bir grup genç olarak Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in yanına gittik. 20 gün kadar yanında kaldık. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) gerçekten çok merhametli ve yumuşak karakterliydi. Artık evimizi ve ehlimizi özlediğimizi anlayınca bize, geride kimleri bıraktığımızı sordu. Ona, kimleri bıraktığımızı söyledikten sonra dedi ki: Haydi, ailelerinizin yanına dönünüz. Onların yanında olunuz. Onlara bu dini öğretiniz. Beni nasıl namaz kılıyor gördüyseniz öyle namaz kılınız. Namaz vakti geldiğinde içinizden biri ezan okusun ve en büyüğünüz imam olsun.”[66]

Eğer sadece âlimler ve ilim talebeleri Allah’a davet edebilseydi, bu üstün amelin vakıada yapılabilirliği kalmazdı. Çünkü toplumlarda âlimler ve ilim talebeleri her zaman çok azdır. Dolayısıyla iyiliği emredip, kötülükten alıkoyma ve gayrimüslimleri İslam’a davet etme işi çok dar bir alanda sınırlı kalacaktır.

Yeterli ilimleri olmadığı halde, mevcut birçok davet araçlarını kullanarak, insanları Peygamberlere ve âlimlere tabi olmaya davet eden Müslümanların hali, Allah Teâlâ’ın “Yasin” suresinde haber verdiği şu adamın hali gibidir:

“Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve şöyle dedi: “Ey kavmim! Bu elçilere uyun. Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tâbi olun, çünkü onlar hidayete ermiş kimselerdir.”[67]

Bu hayrın yayılması için her birimizin ilmi, vakti, gayreti ve malı ölçüsünde taşın altına eline koyması gerekmektedir.

 İnsanların Çoğunun Zayi Olduğu Şüphesi

Fudayl bin İyad (Rahimehullah) şöyle der: “Hidayete tabi olanların sayısının azlığından dolayı bu yolun yanlış olduğu yanılgısına kapılma, yoldan sapmış olanların sayısının çok olması da seni aldatmasın.”[68]

Davetine hiç kimse icabet etmediğinde davetçinin hatırlaması gereken ayet: “Eğer yüz çevirirlerse de ki: “Bana Allah yeter. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Ben ancak O’na tevekkül ettim. O, yüce Arş’ın sahibidir.”[69] ayetidir.

İçine bir sıkıntı düşüp, göğsü daraldığında davetçinin hatırlaması gereken ayet: “Andolsun, onların söyledikleri şeylerden dolayı göğsünün daraldığını biliyoruz. O hâlde, Rabbini hamd ile tesbih et (yücelt) ve secde edenlerden ol. Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et.”[70] ayetidir.

Sufyan Es-Sevri’ye (Rahimehullah), “Kabul etmeyeceğini ve itaat etmeyeceğini bildiği halde birine hayır ve iyilik emredilir mi?” diye soruldu, dedi ki: “Evet,  Allah katında kendisine bir mazeret olması için bunu yapması gerekir.”

İnsanlar davete icabet edip Müslüman olmuyorlarsa çözüm: Duayı arttırmak, kendi eksik ve hatalarını gözden geçirmek,  daha iyi davet yapabilmek için gayret etmek, maharet ve becerileri arttırmak, irade ortaya koymak, motivasyon ve heyecanı kaybetmemek, aynı zamanda soğukkanlı ve metin olmak, hedefi büyük tutmak ve yüce gönüllü olmaktır.

 Hedefi Büyük Tutmak ve Yüce Gönüllü Olmak

Hedefi büyük tutmak, yüce gönüllü olmak, ümitsizliğe kapılmamak ve hemen pes etmemek, en önemli kurtuluş vesilelerindendir.

Bu hususta iki çeşit insan vardır ki sen de onlardan biri olacaksın:

Birincisi: Ümitsiz, moralsiz, heyecansız, mecalsiz, üzüntüden gözleri dolu dolu olan insandır. Bunlar, himmetleri, gayretleri ve kendileri zayıf olan insanlardır ve her daim başarısız olmaya mahkumdurlar.

İkincisi: Davet yolunda ilk seferde başarısız olsalar da, tekrar tekrar deneyen, başarısızlıkların ancak bu yolda kuvvetlerini ve ısrarlarını arttırdığı, sendelediklerinde tekrar ayağa kalkabilen, sabır ve devamlılık göstererek her türlü zorluğun üstesinden gelebilen insanlardır. İşte bunlar da, himmetleri, hedefleri ve gönülleri yüce olan insanlardır.

Ve Sen, ey davetçi kardeşim! Şu ayeti iyice bir düşün:

             “Hidâyet edici olarak da, yardımcı olarak da Rabbin yeter!”[71]

Allah Teâlâ seninle olduğu müddetçe yardım ve zafer de seninledir. Sana doğru yolu gösteren ve yardım eden O’dur. Öyleyse bu hüzün ve sıkıntı niye? Bu cansızlık ve tembellik niçin? Aciz olmamalısın. Artık acziyeti bir kenara bırakmalısın, zira bu seni yok eder. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:

“Sana fayda verecek olan şeylere karşı hırslı ol, Allah’tan yardım dile ve sakın aciz olma.”

Ve Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) kendisi de, tembellikten ve aciz olmaktan Rabbine sığınırdı.

Allah Teâlâ’nın, ahiretten ve onun saadetinden yüz çevirip, dünyaya ve onun karmaşasına talip olanları nasıl teşhir ettiğine bir bak:

“Ey iman edenler! Ne oldunuz ki, size “Allah yolunda sefere çıkın” denilince, yere çakılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa ahirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir. Eğer Allah, yolunda sefere çıkmazsanız, sizi elem dolu bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir toplum getirir. Siz ise O’na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.”[72]

Hedefleri ve gönlü yüce olanların ecirleri ölümleriyle beraber sona ermez.

Himmetin, hedefin ve gönlün yüce olması, alçaklık ve düşüklükten razı olmaz; o ancak yüce işlerle meşgul olmayı ve sadece yüksek zirvelerde yaşamayı kabul eder.

 Hilm, Davetçinin Süsüdür

Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.”[73]

Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) insanların en hayırlısı olduğu halde, O bile çevresine kaba davransaydı ve katı kalpli olsaydı, kendisinden kaçarlardı buyuruyor ayet.

İnsanlar duygusal varlıklardır; güzel sözler onları çekerken, kınama ve azarlama onları kaçırır. [74]

Geçmiş ve muasır ulemanın beyan ettiği üzere Allah Teâlâ’ya davet etmek, tüm kadın ve erkek Müslümanların üzerine yüklenmiş önemli bir sorumluluktur.

 Davetin Hükmü

Allah’a davet görevinin, herkesin yapması gereken (aynî) bir sorumluluk mu, yoksa bazılarının yerine getirmesiyle diğerlerinin üzerinden düşen (kifâî) bir sorumluluk mu olduğu noktasında ulema ihtilaf etmiştir. Kimisi, Kur’an ve sünnetten edindikleri deliller ile onun, farz-ı ayn olduğunu söylemişlerdir ki, milletlerin üzerimize saldırdığı ve öncü davetçilerin bu kadar az olduğu günümüzde olmayacak da, ne zaman farz-ı ayn olacaktır bu davet? Kimisi de onun, farz-ı kifâye olduğunu söylemiştir.

Şüphe yok ki Allah’a davet, erkek, kadın tüm Müslümanların üzerine vacip olan bir sorumluluktur. Din, yalnız Allah’a has kılınıncaya ve Allah’ın sözü (şeriatı) üstün gelinceye kadar, herkes gücü ve imkanları ölçüsünde bundan sorumludur.

Bu, ümmetin hepsinin üzerine düşen bir mesuliyettir. Aynı zamanda ümmet de buna ihtiyaç duyar, zira en önemli hidayet bulma, imanı arttırma ve hayırlı amelleri arttırma vesilelerinden biri, davettir. [75]

Bazıları bu görevi yerine getirmeyerek günahkar olmaktadırlar. Nice ilim talebeleri var ki, kendilerinde ilim ve beceri var ve ümmetin paraları da onlara harcandı. Ancak kendileri bir müddet sonra, rızık temini için daveti terk etmektedirler. Evet, rızık temini için de çalışmalılar ancak bütün gayretleri ve çabaları bunun için olmamalı. Vakitlerinin ve mallarının yarısını davete ayırmalılar. Nice zengin Müslüman erkek ve bayanlar var ki, mallarını davet dışında her yere harcamaktadırlar.

Uyarılar:

İnsanların davetlerini belli şeyler kapsamında sınırlı tutmaları gerekmektedir. Davetçinin, ilminin yettiği sınırlar içerisinde kalması gerektiğine dair birçok delil bulunmaktadır. Bu sınırlar dışına çıkmaktan ve ilimsizce Allah Teâlâ ve Rasulü (Sallallahu aleyhi ve sellem) hakkında yalan söyleme durumuna düşmekten korkması gerekmektedir.

 { Davetin Önemi ve Değeri }

Şeyh Muhammed b. İbrahim b. Abdullah Et-Tüveyciri, davetin önemi hakkında şöyle der:

Allah’a davet görevinin yerine getirilmesiyle, Allah Teâlâ’nın insanları ve cinleri yaratma amacı olan, “şirk koşmaksızın sadece kendisine ibadet edilmesi” gayesi gerçekleştirilmiş olur.

Davet, amellerin anasıdır. Diğer farzlar, sünnetler ve edepler onunla hayat bulur. Dünyanın her yerinde din, onunla hayatta kalır. Allah’a davet en önemli vazife, ibadet ise en önemli ameldir.

Allah’a davet vazifesi, krallık vazifesi gibidir. Ona kıyasen diğer vazifeler de, kralın hizmetçileri ve işçileri mesabesindedir. Çoğu insan, hizmet etme vazifesiyle meşgul olur da, Allah’a davet etmek, insanlara iyiliği emredip kötülükten alıkoymak ve tüm Müslümanlara nasihat etmek gibi Nebi ve Rasullerin vazifesine talip olmaz, onu terk eder.

Siz hiç İnsanlık tarihinde, davetin ve davetçinin Allah katındaki değeri ne muadil başka bir amel duydunuz mu?

 Allah'a Davet Etmek Gibi Kıymetli Başka Bir Amel Var mı?

Eğer durum buysa, ihlaslı ve sadık bir niyet ile davet meydanına atılın artık gençler! Umulur ki bu ameliniz ile her şeye gücü yeten El-Melik’in katında, Peygamberler, Sıddıklar, Şehidler ve Salihlerle birlikte sıdk makamında oturur ve nice ecirler, mükafatlar, yüksek dereceler ve kerametler elde edersiniz!!

 Daveti Terk Etmenin Cezası

Davet çalışmalarıyla elde edilen faziletleri zikrettikten sonra, onu terk etmenin ceza ve sonuçlarını da nefsimize hatırlatmamız gerekmektedir. Allah Teâlâ, davet sorumluluğunu ihmal edenleri ceza ile tehdit etmiştir.

Huzeyfe b. Yeman’dan (Radıyallahu anh) rivayet edildiğine göre Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:

“Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder ve kötülükten sakındırırsınız! Ya da Allah kendi indinden bir azap gönderir ki, sonra o azabı kaldırması için Allah’a dua edersiniz de duanıza icabet olunmaz!..”[76]

Yani, dualarımızın kabul olmasına engel olan en önemli günahlarımızdan biri, iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma sorumluluğumuzu terk etmemizdir. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:

“Dualar edip durduğunuz halde, dualarınıza icabet edilmediği duruma düşmeden önce, insanlara iyiliği emredip, onları kötülükten sakındırın”[77]

Bu iş, kalpleri sarsan ciddi ve büyük bir iştir! Bir topluluğa ait bir gemi düşünün.  Bu geminin alt katındakiler, “bu bizim şahsi özgürlüğümüzdür, istediğimizi yaparız” diyerek orda bir delik açmaya kalksalar, böyle bir gemi batmaktan nasıl kurtulur? Gemideki herkes bu şekilde helak olur. Oysa üstekilerin alttakileri, “böyle bir özgürlük anlayışı olamaz” diyerek yaptıkları işten menetmeleri gerekir ki, hepsi kurtulabilsin.

Davet en büyük ve önemli vazifelerden biri olduğu için, onun terki de en büyük cezalardan birini gerektirir.

Davetin terkinin cezası çoktur. Onlardan bazısı şunlardır:

 1- O topluluğun değiştirilmesi:

“Eğer O’ndan yüz çevirecek olursanız, yerinize başka bir toplum getirir de onlar sizin gibi olmazlar.”[78]

 2- Lanetlenme ve Allah Teâlâ’nın rahmetinden mahrum kalma:

“İsrailoğullarından inkâr edenler, Davud ve Meryem oğlu İsa diliyle lânetlendi. Bu, onların isyan etmeleri ve hadlerini aşıyor olmalarından ötürüydü. İşledikleri herhangi bir kötülükten birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yapmakta oldukları ne kötüydü!”[79]

 3- Düşmanlık ve kin:

“Biz hıristiyanız” diyenlerden de sağlam söz almıştık. Ama onlar da akıllarından çıkarmamaları istenen şeylerden önemli bir kısmını unuttular. Bu sebeple, biz de aralarına kıyamet gününe kadar sürecek düşmanlık ve kini salıverdik. Allah, ne yapmakta olduklarını onlara bildirecek!”[80]

 4- Helak ve harap olmak:

“Derken onlar kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, (önce) üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Sonra kendilerine verilenle sevinip şımardıkları sırada, onları ansızın yakaladık da bir anda tüm ümitlerini kaybedip yıkıldılar. Böylece zulmeden o toplumun kökü kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.”[81]    

 5- Ayrışmak, fırkalaşmak, dünyada ve ahirette azap görmek:

“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır. Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için büyük bir azap vardır.”[82]

 Eğer ümmet Allah’a daveti terk edecek olursa, şu üç afet ile karşılaşır:

Birincisi: Dünyaya önem verip ahireti ihmal etme

İkincisi: Malların, vakitlerin ve düşüncelerin dinin faydasına değil de, başka alanlara sarf edilmesi.

Üçüncüsü: Yaşam biçimi olarak kafirleri taklit etmek ve bu yaşam biçimini Müslüman ülkelere de taşımak için onların yanında eğitim almak.

Eğer Allah’a davet etme görevi yerine getirilecek olursa, tüm hayır kapıları açılır, iman ve salih ameller; ayrıca sabır, affedicilik, iyilik ve merhamet gibi güzel ahlaklar insanların hayatına girer. Kafirler, Müslüman olur ve asi Müslümanlar da tekrar itaate dönerler.

Eğer Allah’a davet görevi yerine getirilmeyecek olursa, bu sefer tüm şer kapıları açılır, ne kadar şer varsa hayatımıza girer ve tüm hayırlar da hayatımızdan çıkar.

Eğer bir yerden iman, salih amel ve güzel ahlak çıkacak olursa, hemen oraya küfür, fasit amel ve kötü ahlak yerleşir. Sonra da insanlar bu dine girdikleri gibi tekrar grup grup çıkarlar. Bu Allah’ın sünneti ve yasasıdır. Allah’ın sünnetinde hiçbir değişim bulamazsın.

Tüm Müslümanlar bundan mesuldürler. Allah Teâlâ kendilerini ibadetler gibi ferdî olan amellerden hesaba çekeceği gibi, Allah’a davet gibi toplumsal olan amellerden de hesaba çekecektir. Ve Allah Teâlâ hesap günü, hem davetçiye hem de davet edilen kimseye, dünyada ne ameller yaptıklarını muhakkak soracaktır.

“Kendilerine peygamber gönderilenlere mutlaka soracağız. Peygamberlere de elbette soracağız. And olsun ki, yaptıklarını kendilerine bir bir anlatacağız, zira onlardan uzak değildik. O gün amellerin tartılması da haktır. Kimlerin sevabı ağır basarsa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Ama kimlerin sevabı da hafif gelirse, işte onlar âyetlerimize haksızlık etmiş olmaları sebebiyle kendilerini ziyana sokanlardır.”[83]

“Asr’a yemin olsun ki, insanlık hüsrandadır. Ancak iman edenler, salih amelde bulunanlar, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler bundan müstesnadır.”[84]

Ümmetimiz bu zamanda, zayıf bırakılmış ve açık hedef haline gelmiş bir ümmettir. Diğer milletler, yırtıcı hayvanların yemeklerine üşüştüğü gibi ümmetin üstüne saldırmaktadırlar. Bunun sebebi de, iyiliği emretme görevini yerine getiren Müslüman sayısının az olmasıdır ki, bu sayede her yere cehalet ve günahlar yayılmaya başlamıştır.

Kim, iyiliği emreden ve kötülükten alıkoyan bir Mümin olma sıfatını bir kenara atar da, üstelik bir de bundan razı olabilir? Şüphesiz hiçbir akıllı Mümin, kendisi için böyle bir hali istemez.

İbn-i Kayyım (Rahimehullah) da şöyle der: “Onlardaki hangi dinden ve hangi hayırdan bahsediyorsunuz! Allah’ın hürmet edilmesini emrettiği şeyler ayaklar altında çiğneniyor, sınırları tanınmıyor, dini terk ediliyor, Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in sünnetinden yüz çevriliyor ama onların kalpleri soğuk, dilleri suskun… Nasıl ki, bir kişi batıl bir şey konuştuğunda aslında konuşan şeytandır, burada şeytan da onlarla beraber suskun. Bu dinin tek imtihanı bunlar mıdır? Yiyecekleri önlerinde, yönetim de ellerinde olduğu vakit, dinin başına ne gelmiş umurlarında bile olmaz. Böylece Allah Teâlâ da bunları sevmez ve kendilerine hiçbir değer vermez, onları dünyanın en büyük bela ve musibeti ile imtihan eder ancak bunu hissedemezler dahi. Bu da, kalbin ölmesidir. Zira kalp hayat bulduğu zaman, Allah ve Rasulü için kızması ve sinirlenmesi şiddetli, dine yardım etme arzusu da tam olur.”[85]

Bu ümmet, kadın erkek tüm fertleri, imkanları ve güçleri dahilinde hayrın yayılması için çalışmadıkça, aradığı hayra, izzete, şerefe, saygınlığa, başarıya ve kurtuluşa ulaşamayacaktır. Bu görevi yerine getirdiği, hatta ona doğru koşturduğu, Allah’ın rızasını dünyaya tercih ettiği ölçüde, rızaya ulaşacak, hayrı elde edecek ve şer’i def edecektir.

Dünyaya ve onun süslerine aldandığı, Allah Teâlâ’dan gafil olduğu, O’nun emir yasaklarından yüz çevirdiği oranında da, dünya da ve ahirette hor, zelil ve rezil görülecektir. Kendisinden bereket kaldırılacak, üzüntü ve keder içerisinde cezasını çekecektir.

“Allah Teâlâ, yarım kelime ile dahi olsa bu dine yardım edene rahmet ve merhamet etsin. Güç yettiği halde bu dine davet etme görevini terk etmek ise, kul için helak sebebidir.”[86]

 Soru: Davetçi kimdir?

Kim bir tebessümle, bir hediyeyle veya bir kitapla dahi olsa insanlara ulaşırsa; ya da bir cahile bir şey öğretir veya iyiliği emredip, kötülükten alıkoyarsa; veyahut bir konuşma yapar ya da sosyal medya araçlarında bir kesit paylaşırsa –ki bunların hepsi davetin yapısına dahildir-, işte davetçi odur. “İşte bu, Allah’ın lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, büyük lütuf sahibidir.”[87]

 Daveti Bozan Hususlar

İslam’ı bozan, geçersiz kılan hususlar olduğu gibi, daveti bozan ve geçersiz kılan hususlar da bulunmaktadır. Bunlardan bazıları:

Riya ve ihlassız olma, dini, dünyada geçim aracı kılma, Allah ve Rasulünün sözlerini çok ucuza satma, Allah Teâlâ’ya değil kendine davet etme, şöhreti sevme, cahiliye taassuplarına ve milliyetçiliğe çağırma… Nice davetçi var ki insanları, sadece bir partiye, gruba veya cemaate çağırmaktadır. Oysa Allah Teâlâ başkasına değil, sadece kendisine davet etmemizi emretmektedir.

Kim de davetin bu asıllarını terk eder ve kendi heva ve arzularına davet edecek olursa, o birçok yıkıcı afet ile imtihan edilecektir. O yıkıcı afetler ki: Kendini övme, kibir, büyüklenme, makam ve mevki hırsı, diğerlerini küçük görme, Allah’a davet eden davetçilerin kusurlarını araştırma, din için değil sadece kendi arzu ve istekleri için infakta bulunma, farzların ve salih amellerin ağır gelmesi, mubah amelleri çok geniş tutma, tartışma ve şehvetleri tatmin etme uğruna geçen zamanı umursamamadır. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Derken onlar kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, (önce) üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Sonra kendilerine verilenle sevinip şımardıkları sırada, onları ansızın yakaladık da bir anda tüm ümitlerini kaybedip yıkıldılar. Böylece zulmeden o toplumun kökü kesildi. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.”[88]    

 Davetin Merhaleleri

Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in daveti şu üç merhaleden geçmiştir:

 Birincisi: Yayma ve Tebliğ etme merhalesi:

Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) bu merhalede insanları, tevhide, imana, şirk koşmaksızın sadece Allah’a ibadet etmeye, putlara ibadeti terk etmeye davet etmiş ve onlara Peygamberlerin kavimleri olan kıssalarını, ahiret gününün hallerini, cennet ve cehennemin özelliklerini açıklamış, ayrıca güzel ahlak ve faziletli amellere de yönlendirmiştir.

Bu merhale, Mekke’de başlamış ve Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in Medine’de vefat etmesine kadar devam etmiştir. Daha sonra da Ashabı Kiram (Radıyallahu Anhum), bu yolda yürümeye devam etmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Ey Peygamber! Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı; Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik. Müminlere kendileri için Allah’tan büyük bir lütuf olduğunu müjdele. Kâfirlere ve münafıklara itaat etme! Onların eziyetlerine aldırma ve Allah’a tevekkül et. Vekil olarak Allah yeter.”[89]

 İkincisi: İnşa etme ve şekillendirme merhalesi:

Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) bu merhalede Müslüman olan sahabesiyle yakından ilgilendi, onları Mekke’de bulunan “Daru’l Erkam”da eğitti ve kendilerini iman ve güzel ahlak ile arındırdı. Bu eğitim sayesinde onlarda, din için çalışmaya ve ona davet etmeye yönelik bir kabiliyet ortaya çıktı. Bu kabiliyet yeterli olgunluğa ulaşınca da, Allah Teâlâ kendilerine, Medine’ye hicret etmelerine dair izin verdi. Allah Teâlâ Şöyle buyurmaktadır:

(Allah yolunda) öncü olan Muhacirler ve Ensar ile iyilikte onlara tam uyanlardan Allah razı olduğu gibi onlar da O'ndan (Allah'tan) razı olmuşlardır. (Allah) onlara altlarından ırmaklar akan ve içlerinde ebedi olarak kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş, büyük başarı budur.”[90]

 Üçüncüsü: Yeryüzünde güçlenme ve hakimiyet merhalesi:

Bu merhale de, Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in ashabıyla birlikte Medine’ye hicret ettiği zamanı kapsar. Ashabın imanı yeterli olgunluğa ulaşınca ve kendilerinde Allah Teâlâ’nın tüm emirlerine uyma kabiliyeti ortaya çıkınca, Medine’de şerî hükümlerin hepsi art arda inmeye başladı. Bu iman, takva ve salih ameller ile süslenmeleriyle beraber, Allah Teâlâ kendilerine yeryüzünde yönetim nasip etti, Medine’de İslamî hilafet devleti kuruldu ve din her yere yayıldı. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem), elçilerini ve emirlerini dünyanın dört bir yanına Allah’a davet etmeleri ve oralarda da İslam ile hükmetmeleri için gönderdi. Bütün bunlardan sonra da Allah Teâlâ kendisinin vefat etmesini diledi. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Allah, içinizden, iman edip de salih ameller işleyenlere, kendilerinden önce geçenleri egemen kıldığı gibi onları da yeryüzünde mutlaka egemen kılacağına, onlar için hoşnut ve razı olduğu dinlerini iyice yerleştireceğine, yaşadıkları korkularının ardından kendilerini mutlaka emniyete kavuşturacağına dair vaadde bulunmuştur. Onlar bana kulluk eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Artık bundan sonra kimler inkâr ederse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.”[91]

Davetçinin çalışması ve gayreti iki kısma ayrılır:

 Birincisi: Kendi nefsi için çalışması ve bu uğurda gayreti:

Nefsini, Allah Teâlâ’ya itaate, ibadetlerde istikamet üzere olmaya ve ölünceye kadar da bu itaat üzere kalmaya yönlendirir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Bizim uğrumuzda cihad edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza ileteceğiz. Şüphesiz Allah, mutlaka iyilik yapanlarla beraberdir.”[92]

 İkincisi: Diğerleri adına bir gayrettir ki, bu da üç kısma ayrılır:

1- Kafirin hidayeti için gayret etme:

“Yoksa “Onu Muhammed uydurdu” mu diyorlar? Hayır o, kendilerine senden önce hiçbir uyarıcı gelmemiş olan bir kavmi uyarman için, doğru yolu bulsunlar diye Rabbin tarafından indirilmiş gerçektir.”[93]

2- Asi ve günahkar olan Müslümanları tekrar itaat ve taate, cahil olanları ilme, gafil olanları zikre yönlendirme gayreti :

“Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.”[94]

3- Salih kulları, ıslah faaliyetlerine ve davete, âlimleri muallim olmaya, zikredenleri nasihatçi olmaya yönlendirme gayreti.

 Davetçilerin Sınıfları

Davet yapanlar dört kısma ayrılırlar:

Birincisi: insanlardan bazısı sırf, davetçilerin güzel ahlakından etkilendikleri için davetçi olmuşlardır. Ancak bunlar, herhangi bir davetçi ile aralarında problem çıktığı anda daveti bırakırlar ve bu sefer davetçilere karşı düşmanca bir tavır takınırlar. Bunlar, niyetlerinin ve maksatlarının eksikliğinden dolayı Allah Teâlâ’nın geri çevirdiği kimselerdir.

İkincisi: Bu kısımdakiler de, sorunlarının çözümünü, isteklerinin gerçekleşmesini, hallerinin güzelleşmesini ve dünyalıklarının artmasını davette bulduklarından ötürü davetçi olmuşlardır. Allah Teâlâ bunları da, eksik niyet ve maksatlarından ötürü geri çevirmiştir.

Üçüncüsü: Bunlar da sırf davetteki ecir ve hasenata talip olduklarından, bu ecirleri elde etmek istediklerinden davetçi olmuşlardır. Ancak bunların da gaye ve niyetleri, görüldüğü üzere sadece kendileridir. Daha kolay bir şekilde aynı ecirleri elde edebilecekleri başka bir hayır kapısı buldukları anda hemen daveti bırakabilirler.

Dördüncüsü:  Bunlar daveti, sadece Allah Teâlâ’nın emri olduğu ve onu bütün Müslümanların üzerine vacip kıldığı için yaparlar. Daveti de, Allah Teâlâ emrettiği diğer ibadetler gibi görürler. İşte olması gereken kamil maksat budur. Bu gayreti ve kamil niyetleri sayesinde Allah Teâlâ kendilerini dini üzere sabit kılar ve insanları hidayete yönlendirebilmeleri, farzları yerine getirebilmeleri ve davet edebilmeleri için onlara yardım eder.

İşte bu makamların en şereflisi ve en üstünüdür. Bu kısımdaki davetçi, ümmeti içerisinde Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem)’in halifesidir. Allah’tan dileğimiz, bizi ve sizi, Peygamber varisleri olan bu davetçilerden kılmasıdır.[95]

 Dinin İçin Ne Yaptın?

Hesap günü bu soru ile karşılaşacak olsan cevabın ne olurdu?

Muhakkak ki en güzel cevap, şöyle demen olurdu: “İnsanları bu dine ve alemlerin Rabbini tevhid ile birlemeye davet ettim”

Hepimiz bu dine hizmet etmek istiyoruz. Bu hizmet piramidinin en tepesinde, insanların bu dine girmesine vesile olmak vardır.

Tabi ki bu, günler süren bir yolculuktur ancak en sonunda bu makamları ve büyük nimetleri göreceksin. Seni, Allah’ın sevgisi ile müjdeliyorum.

 Ne zaman başlamayı ve davet gemisine binmeyi düşünüyorsun?

Sana, “davete başlamayı düşünüyor musun?” diye sormuyorum, zira bu sana uygun bir soru değildir. Ancak sana, “ne zaman?” diye soruyorum. Şu anda karar ver ve sakın erteleme. Çünkü hayırlı ameller ertelenmez ve geciktirilmez. Yoksa sonsuza kadar hüsran içinde kalırsın.

Erteleme hastalığı, bütün düşünceleri ve projeleri yok eder. Bir an önce sende davet konusunda kendini hazırlamalı, aşama aşama geliştirmeli ve bu hususta şehrinde yapılan çalışmalara muhakkak katılmaya başlamalısın. Hatta sen bile etrafındakileri davete teşvik etmek için bu tür programlar düzenleyebilirsin. Bu kitapçıkta yapabileceğin şeyler hakkında fikir edinebilirsin. Kitaptan seçeceğin konularla ilgili görsel sunum tasarımlar hazırlayabilir, sohbet ve benzeri aktiviteler düzenleyebilirsin. Böylelikle davet konusunda sana yardımcı olacak kitlelere ulaşabilir, gönüllü davetlilerle buluşabilirsin. Bu davetçilerle birlikte gayri müslimlerle iletişime geçerek onlara İslam'la ilgili broşür kitapçık, meal ve benzeri dağıtmak suretiyle davet hususunda öğrendiklerinizi uygulama fırsatı bulmuş olursunuz. Davetçilere onları maddi ve manevi olarak teşvik edecek sorumluluklar yükleyebilir bununla birlikte aranızdaki kardeşliği pekiştirmek için ayda bir, iki ayda bir piknik, gezi, kamp türü etkinlikler düzenleyebilirsiniz.

Dr. Abdurrahman Sumait’in (Rahimehullah) şu sözünü düşün: “Gözyaşlarımı tutamadığım anlardan biri de, yeni İslam’a girmiş biriyle karşılaştığımda, gayrimüslim olarak ölen baba ve dedeleri için ağlayarak bize: “Ey Müslümanlar, daha önce neredeydiniz?” diye sitem ettiği andır.”

İstatistiklere göre her gün İslam’la tanışma fırsatı bulamadan 100.000 kişi ölmektedir. Bu insanları İslam'a davet etmek Allah'ın bize yüklediği bir sorumluluktur. Peki sen bu büyük sorumluluk adına ne yaptın?

 “Dünyada insan olarak kardeşimiz olan ve kendilerine İslam’ın güzelliklerini ulaştırdığımızda -Allah’ın izniyle- din kardeşimize dönüşme potansiyelinde o kadar çok bekleyenimiz var ki!”

 Kubilay Aşkın DURDAĞ

 Davete Ne Kadar Önce Ve Hızlı Başlarsan, O Kadar Çok Kazanırsın

Ayakkabı endüstrisinde üretim yapan şirketlerden biri, temsilcilerini, oradaki pazarlama olasılığını incelemeleri için uzak bir bölgeye gönderiyor. Temsilciler o bölgeye vardıklarında görüyorlar ki, bu insanlar hiç ayakkabı kullanmadıkları gibi, ayakkabının ne olduğundan dahi habersizler. Bunun üzerine hepsi birlikte oturuyorlar ve şirkete rapor yazmaya başlıyorlar.

Temsilcilerden biri şöyle yazıyor: Buradaki durum umutsuz. İnsanlar ayakkabının ne olduğunu dahi bilmiyorlar. Bundan ötürü buradan ayrılıyorum.

Diğer bir temsilci ise şöyle yazıyor: Buradaki durum gerçekten çok cazip. Bu insanlara ayakkabı giymesini öğretmek mümkün. Bunun için bir plan oluşturdum. Burada kalıyorum.

Şimdi sen de, bu kitabı okumanla birlikte kendi durumunla alakalı bir şeyler öğrendikten sonra bir rapor yazmalısın; kalıyor musun, ayrılıyor musun?[96]

  “Kenz’ul Muslim, Allah’a davetin fazileti” adlı bu kitabı, hakkıyla okuyup anladığına dair başarı sertifikası almaya hak kazabilmen için birkaç soru:

Birinci soru: Müslümanlar arasında davet kültürünün yayılmasının önemi hakkında bir şeyler yaz.

İkinci soru: 2030 yılında dünya da kaç davetçiye ihtiyaç vardır? Ve bu ümmetin bunu gerçekleştirebilmesi için senin oynamak istediğin rolün ne?

Üçüncü soru: Allah’a davetin faziletine dair 10 husus say.

Dördüncü soru: Allah’a davetin kazançları nelerdir?

Beşinci soru: Allah’a daveti terk etmenin cezası nedir?

Altıncı soru: Bazılarının daveti terk etmek için öne sürdükleri üphelerden 3 tanesini say.

Yedinci soru: Müslüman erkek ve bayanların davet konusunda isteksiz olmalarının sebepleri nelerdir?

Sekizinci soru: Davetin fazileti hakkında ve Müslümanları bu konuda teşvik etmek üzere ne zaman ve nasıl bir konferans yapacaksın?

Dokuzuncu soru: Allah’a davet edebilmemiz için neye ihtiyacımız vardır?

Onuncu soru: Davetin tek kazancı, İnsanların İslam’ı kabul etmeleri değildir sadece. Davet kabul edilmese dahi, davetle gerçekleşen daha birçok hedefler vardır. Bu hedefler nelerdir?

On birinci soru: İslam’ı bozan hususlar olduğu gibi daveti bozan hususlar da vardır. Bunlar nelerdir?

Hayra vesile olan o hayrı işleyen gibidir. Sen de okuması için bu kitapçığı bir başkasına hediye etmeyi unutma! Bu kitapçıktan siz de gücünüz nispetince bastırıp çoğaltabilir, ücretsiz olarak dağıtabilirsiniz. Belki de sizin dağıttınız kitapçıklar birçok davetçinin yetişmesine vesile olacaktır.

Bu kitapçık Allah için vakfedilmiştir, daha çok insanın istifade edebilmesi ve onların ecirlerine de ortak olabilmen için kitapçığı okuduktan sonra bir mescide bırakabilir, bir cami görevlisi veya ilim talebesine hediye edebilir; onlardan da bu kitapçığı kendi aralarında ders olarak okumalarını isteyebilirsin. Böylelikle sen öldükten sonra bile bu ilmin yayılmasından hasıl olan sevaptan mahrum kalmamış olursun. Bu kitapçığı ve davet ile ilgili benzer kitapları indirmek için www.islamhouse.com web sitesini ziyaret edebilirsiniz. Kendinizi yetiştirmek, gönüllü davet programlarına katılmak için bizimle irtibata geçebilirsiniz.



[1] Zâriyât, 56

[2] Yani, davetin faziletlerinin büyüklüğü ve çokluğu hususunda kişinin kendisini ve diğerlerini ikna etmesi fikri.

[3] Âl-i imrân, 110

[4] Dr. Cemal Yusuf El-Himyeli “21. Yüzyılda davetçilerin becerileri” başlıklı makalesinden alıntıdır.

[5] https://arabic.rt.com

[6] Bir ekonomi gazetesi -http://www.aleqt.com/2013/09/29-

[7] Fussilet 41/33

[8] Âl-i İmrân 3/110

[9] Âl-i İmrân 3/104

[10] Tevbe 9/71

[11] Muslim

[12] Taberâni, Müsnedü'ş-Şâmiyyîn (951) 2/79, Hâkim, Müstedrek (8326) 4/477. Hâkim hadis hakkında, “Buhari ve Muslimin şartlarına göre sahih bir hadistir” demiştir.

[13] Davetin fazileti üzerine 20 delil, Şeyh Sultan b. Abdullah el-Umrî

[14] Yusuf, 108

[15] Bu söz, İbn-i Zeyd ve Kelbî’den rivayet edilmiştir. Bkz. Taberi Tefsiri (13/379), Beğavî Tefsiri (2/518)

[16] Enbiyâ, 25

[17] Tefsiru’s-Sa’dî, (s. 571)

[18] Fussilet, 33

[19] Tefsiru’s-Sa’dî, (s. 749)

[20] Taberî Tefsiri, (20/429), Kurtubî Tefsiri, (15/360), İbn-i Kesîr Tefsiri, (7/180)

[21] Nahl, 125

[22] Buhari, Muslim

[23] Tevbe, 71

[24] Âl-i imrân, 110

[25] İbn-i Kesir Tefsiri, (2/103)

[26] Kurtubî, El-Câmi’u li Ahkâmi’l Kur’an, (4/1009)

[27] Sahih-i Buhari 1435

[28] Âl-i İmrân, 104

[29] Muhammed, 7

[30] Asr, 1-3

[31] Muslim, 2647

[32] Taberânî, Elbâni bu hadis hakkın da “hasendir” der.

[33] Bakara, 195

[34] Buhari, Muslim, 2284

[35] Sahîhu’l Câmi’, 1834

[36] Buhari

[37] Tirmizi, 2657, İbn-i Mace, 232

[38] Cilâ-u’l Efhâm, 415

[39] İnsan, 12

[40] Buhari

[41] Hûd, 117

[42] Ankebût, 2-3

[43] Enbiya, 35

[44] Bakara, 155-157

[45] Zâriyât, 56

[46] Buhari, Muslim

[47] Buhari, Muslim

[48] Muslim

[49] Ebu Davud

[50] Mâide, 78-79

[51] Nisâ, 114   “İyiliği emredip, kötülükten alıkoymak” Dr. Süleyman b. Kasım b. Muhammed El-îd

[52] Kehf, 28

[53] Buhari, 2493

[54] A’râf, 164

[55] Buhari, 5705

[56] Bakara, 272

[57] Teğâbun, 12

[58] Nûr, 54

[59] Bakara, 272

[60] A’râf, 164

[61] A’râf, 164

[62] Mehâsin’ul Te’vîl, 5/213

[63] Dr. Abdullah b. İbrahim El-Luheydan’nın internette yayınlanan, “Çocuklarımıza gayri müslimlere davet yapmayı öğretelim” başlıklı makalesinden.

[64] Saff, 2-3

[65] Muslim, 2473

[66] Buhari

[67] Yâsîn, 20-21

[68] “Şerî Edepler”, İbni Muflih

[69] Tevbe, 129

[70] Hicr, 97-99

[71] Furkân, 31

[72] Tevbe, 38-39

[73] Âl-i İmrân, 159

[74] Dr. Abdulkerim Bekkâr

[75] “Mevsûât’ul Fıkh’il islamî”, Muhammed b. İbrahim b. Abdullah Et-Tüveyciri

[76] Tirmizi

[77] Ahmed b. Hanbel, Müsned (22816), Tirmizi (2169)

[78] Muhammed, 38

[79] Mâide, 78-79

[80] Mâide, 14

[81] Enam, 44-45

[82] Âl-i İmrân, 104-105

[83] A’râf, 6-9

[84] Asr, 1-3

[85] İ’lâm’ul Muvakkîn (2/176)

[86] Şeyh Sadî (Rahimehullah)

[87] Cum’a, 4

[88] Enam, 44-45

[89] Ahzâp, 45-48

[90] Tevbe, 100

[91] Nur, 55

[92] Ankebût, 69

[93] Secde, 3

[94] Âl-i İmrân, 104

[95] “Mevsûât’ul Fıkh’il islamî”, Muhammed b. İbrahim b. Abdullah Et-Tüveyciri

[96] Dr. Cemal Yusuf El-Humeyli’nin, “21. Yüzyıldaki davetçilerin maharetleri” makalesinden. mqqal.com